SHERPA Başkanı

Yakup Bayrak

 

SHERPA Başkanı Yakup Bayrak Fintechtime okurları için kaleme aldı, “Web 4.0”.

Başlığı okuduğunuz anda iç sesiniz “Yahu bir dakika, biz daha web 3.0’ı yeni yeni anlamaya başlıyorduk, nasıl oluyor ve ne ara sen Web 4.0’dan bahsediyorsun?” diye bana öfkelendiyse, iyi bir yerdeyiz. Çünkü aslında o iç ses, aynı cümleyi hepimiz Web 1.0’dayken de Web 2.0 için kuruyordu. Değişime direnç göstermek, konfor alanımızı korumaya çalışmak insan tabiatının en yaygın alışkanlığı… Endişeye mahal yok.

 

Custodial mı yoksa Non-Custodial Wallet mı?

Cüzdan savaşlarında bugün en çok tartışılan konuyu ara başlığa taşıyarak, giriş paragrafıyla tohumlamaya çalıştığım “Web 3.0 ile bu kadar endişeli olmayabiliriz de…” düşüncesini bile bile, isteyerek tarumar ediyorum. Tek amacım, sizi olması gerekene odaklamaya davet etmeden önce bu değişim, dönüşüm ve sürekli yeni bilgi bombardımanı altında kalma hissiyatının hali hazırda bünyenizde nasıl bir endişeye mahal verdiğini hatırlamanızı sağlamak. Yeni terimleri ve araçları öğrenmeden, öğrendiklerinizi (çoğunlukla kripto dünyasıyla ilgili sohbetler ettiğiniz) başka arkadaşlarınızla doğrulamadan, bu yeni ve bilinmezlerle dolu ancak oldukça cazip fırsatlar sunan yeni dünyaya adım atmak, beşamel soslu bir stres tarifinden başka hiçbir vaatte bulunmuyor. Beşamel soslu stres tarifimizin adı da “Kesinlikle bir şeyleri kaçırıyorum.” Kaçırmıyorsunuz. Lütfen sakinleşin.

 

“Custodial=Gözetimli Cüzdan” ya da “Non-Custodial=Gözetimsiz Cüzdan” arasında tercih yapma zorunluluğu aslında, peşi sıra bir de bu cüzdanların sahibi olup içerisine parasını/emptiasını aktaracak kullanıcıya, yani bize, “Bu yeni dünyada hiç olmadığı kadar özgür seçimler yapma hakkın var.” değer önermesini sunuyor. Teknik detaylarını bir tarafa koyarak devam edersek, Web 3.0’ın belki de bugün merkeziyetsiz borsalar ve blokzinciri üzerinde çalışan oyunlarla birlikte en bilinen uygulaması “cüzdanlar”, analog hayattaki en kritik maddi değer sahibi bireysel varlığımız olan cüzdanımıza, yepyeni süper güçler katabileceğini iddia ediyor: “Sen şimdi -analog cüzdanınla- sadece yürüyebiliyorsun, artık -yeni cüzdanınla- uçabileceksin.” Müthiş bir vaat, öyle değil mi? Peki ya bunun edinim maliyeti? “Ne olacak da ben uçabileceğim? Hadi uçmayı başardım, nasıl yere inebileceğim? Oldu da inemedim diyelim, hep havada mı kalacağım? Çakıldığım senaryosuna gelmek bile istemiyorum, ki diyelim çakıldım, o zaman bunun sorumlusu kim olacak?” Ben soru yazdıkça siz sakinleşmekte güçlük mü çekiyorsunuz, merak etmeyin, daha fazla soru yazmaya devam etmeyeceğim. Artık hazırsınız.

İlk bilgisayarı hatırlayalım…

Elektronik Sayısal Entegratör ve Bilgisayarın kısaltması olan ENIAC, sayısal problemleri çözmek gibi genel amaçlar için kullanılan ilk elektronik bilgisayardı. ABD Ordusu Balistik Araştırma Laboratuvarı için topçu atış tablolarını hesaplamak için Pennsylvania Üniversitesi’nden John Presper Eckert ve John Mauchly tarafından tasarlandı ve icat edildi.

İnşası 1943’te başladı ve 1946’ya kadar tamamlanmadı. II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar tamamlanmamış olsa da, ENIAC Alman kuvvetlerine karşı savaş çabalarına yardımcı olmak için kuruldu. Savaş sırasında erkek mühendis sıkıntısı vardı, bu nedenle programlama altı kadın bilgisayardan oluşan bir ekip tarafından yapıldı: Betty Jean Jennings (Bartik), Marilyn Wescoff, Ruth Lichterman, Elizabeth Snyder, Frances Bilas ve Kathleen McNulty.[1]

Sizce, onca yıl bilgisayarla iç içe yaşadıktan, neredeyse günün her saati taşınabilir ya da giyilebilir akıllı cihazlarla etkileşim kurduktan sonra bile aramızdan kaç kişi ENIAC’ı kullanabilir?

Oturup istatistiksel bir çıkarımda bulunmaya gerek bile yok: Büyük çoğunluğumuz kullanamayız. Zira biz, ENIAC’ı icat edenler için biz hiçbir zaman hedef kullanıcı kitlesi olmadık. ENIAC’ın kullanıcı deneyimi de bizim için tasarlanmadı.

“Hah, tamam canım. Ben de tüm şu Web 3.0’ı anlamama sorunu bende sanıyordum. Şimdi gerçekten sakinleştim.” diyorsanız, ENIAC doğru bir örnek oldu. “Dolayısıyla, ENIAC’ın benim segmentimdeki kullanıcıların kullanabileceği, onlar için fayda üretecek türevi Web 3.0’da karşılık bulana kadar gözlem modunda kalabilirim.” diye devam ediyorsanız, (çaktırmadan) keyiflenmeye başlıyorum. “Peki ya bu Web 3.0 o noktaya geldiğinde benim haberim olmazsa, ya da haberim olduğunda ben halen ineklerin trene baktığı gibi boş boş Web 3.0’a bakıyorsam, o zaman ne olacak?” diye bir sonraki adıma, “endişenin önlenemez yeniden doğuşuna” geçiyorsanız, bu paragrafı da başarıyla kaleme aldığımı düşünebilirim.

 

“Bunaldım. Daha da Web 3.0 okumam.” 

“Yoksayma, böylelikle kaçınma ve nihayetinde konfor alanına çekilme olarak tanımlanabilecek.” son ara başlığımı da attıktan sonra “Peki ne yapmalıyız?” sorusuna vereceğim yanıta sıra geldi diyebilirim.

Web 3.0’da biz kullanıcılara sunulacak deneyim an itibarıyla bizi korkutuyor. Korkuyla dans etmeyi öğrenmek dışında hiçbir seçeneceğimiz yok. Belki bugün, “Korkuyla dans edeceğime, hiç dans etmem, ne var yani?” bizi konfor alanımızda tutabilir ancak bu dans kaçınılmaz. Kendimizi, eninde sonunda, hiç alışkın olmadığımız bir müziğe, hayatımızda hiç tanışmamış olduğumuz bir dans partnerine ve tabi ki ne zaman biteceğini ya da temposunun ne zaman düşüp, ne zaman yükseleceğinden emin olmadığımız bir akışa bırakmanın tek yolu önce gözlemlemek. Sonra Anlamaya çalışmak ve empati kurmayı başarabilmek.

ENIAC’ı icat edenler, kağıt kalemle gerçekleştirilmesi saatler alan hesaplamaları çok daha kısa sürede mümkün kılabilmek için 3 oda 1 salon ev büyüklüğünde bir makine yarattılar. Web 3.0’ı ve onun bizi ürküten dansını masamıza getirenler de -cümle içinde kurmayı dahi henüz beceremediğimiz- merkeziyetsizlik kavramını bize vaat ediyorlar. Merkezi bir otoritenin varlığını gözetmeksizin çıkabileceğimiz yolculuğun bizi nerelere kadar götürebileceğini tasvir etmenin yollarını arıyorlar. Şu ana kadar kaleme aldıkları tasvirlerin, analog ya da Web 2.0’daki dünyalarımızdaki karşılıklarının neredeyse tamamı “merkezi bir otoritenin” biz kullanıcıların üzerinden aldığı sorumluluklar sebebiyle, onların Web 3.0’daki karşılıkları bize “ağır”, “karmaşık” ve “bilişsel yükü yoğun” geliyor. ENIAC’taki açma kapama tuşunu bulmaya çalışmak gibi…

Ne oturup ENIAC’ı kullanmaya çalışmak, ne de bugün, hemen şimdi, bir Web 3.0 cüzdanı edinmek, o esnada “gözetimli mi yoksa gözetimsiz mi olmalı?” tercihinde bulunmak zorundayız. Çünkü Web 3.0’ın doğum sebebi “hiçbir zorundalığa mahkum kalmamak” üzerine kurulu. Yeter ki bunun değerini anlayabilelim.

Web 3.0’a adapte olmayı, onu anlamdırmayı ve onunla empati kurabilmeyi en iyi tanımlayan gerçek dünya deneyiminin bir yabancı dilin konuşulduğu ülkeye ziyaret olduğuna inananlardanım. O ülkeye hiç gitmeyebiliriz, bu bir tercihtir. Ülkeye gidip bir tercüman tutabilir, tüm deneyimi onun ara birim olduğu şekilde yaşayabiliriz. Ya da o ülkeye henüz gitmeden önce oturur, ülke hakkında okuma yapar (ülkeyi ve kültürünü anlamaya çalışır), günlük hayatta en çok kullanacağımızdan emin olduğumuz kavramların o ülkenin dilindeki karşılıklarını öğrenebilir ve elbette o ülkeye daha önceden seyahat etmiş bir dostumuza bize eşlik etmesi için ricada bulunabiliriz.

Ezcümle, anlamak, empati kurmak ve deneyimlemekten korkmamakla Web 3.0 ile dans etmeniz emin olun size keyif verecek.

Web 3.0 ülkesinden bir dost.

 

 

[1] https://www.computerhope.com/jargon/e/eniac.htm