BT Direktörü Hakan Kantaş, Fintechtime Mayıs sayısı için yazdı “İş Sürekliliği ve Dayanıklılık Bakış Açısıyla Deprem Analizi”.

Kahramanmaraş ve Hatay depremleri olarak adlandırılan ancak ne yazık ki şiddeti ve 11 ili etkileyen kapsamı sebebiyle ülkemizdeki milyonlarca vatandaşımızı etkisi altında bıraktı.

Bu kadar büyük kapsamlı, bu kadar büyük bir alanı ve milyonlarca kişiyi etkileyen böylesine bir olayın ele alınması için çok fazla kriter var. Konumuz “Süreklilik, Kriz ve Acil Durum Yönetimi” olduğu için olayı bu bakış açısıyla değerlendirdim.

 

Geçtiğimiz aylarda ülkemiz, ne yazık ki çok üzücü, çok büyük bir deprem yaşadı, aslında bir değil üst üste iki deprem yaşadı demek daha doğru olur. Tarihte görülmemiş şekilde üst üste 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki 2 deprem, tam 13 milyon insanı ve 11 şehri etkiledi. 50 binden fazla kişinin vefat etmesine sebep olan ve ülkemiz tarihinin en geniş alanı etkileyen, en büyük depremlerden biri olarak kayıtlara geçti.

Hemen bu noktada depremde hayatlarını kaybetmiş olanlara Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı, depremi yaralı olarak atlatanlara da geçmiş olsun dilemek isterim. Kahramanmaraş ve Hatay depremleri olarak adlandırılan ancak ne yazık ki şiddeti ve 11 ili etkileyen kapsamı sebebiyle ülkemizdeki milyonlarca vatandaşımızı etkisi altında bıraktı.

Maraş ve Hatay depremleriyle, herkesten daha farklı olarak ilgilenmemin iki sebebi var. Bunlardan birincisi uzmanlık alanımın “Süreklilik, Kriz ve Acil Durum Yönetimi” olması, diğeri ise birinci derece olanlar dahil tüm yakınlarımın bu bölgelerde yaşıyor olması. “İş Sürekliliği” kapsamında, depremle işimin bir parçası olarak profesyonel düzeyde ilgilendim. Aile yakınlarımın o bölgede olması ise felaketi TV’den izleyenlerden çok farklı bir şekilde süreci, yaşananları, doğrudan olayı yaşayanlar kadar detaylı görmemi sağladı. Bu durum, yani yakınlarınızın o bölgede yaşaması, konuya çok daha farklı bir açıdan bakmanızı sağlıyor. İstediğiniz kadar profesyonel olun, eğer o bölgede yakınlarınız varsa ve onlarla sürekli iletişim içindeyseniz, olayları uzaktan izleyerek göremeyeceğiniz hassaslık ve detayda görmenizi, kimsenin farkında olmadığı ya da yaşamadığı farklılıkları fark etmenizi sağlıyor. Böyle bir süreçte, herkese, her olaya sadece profesyonel değil, olaydan birinci derece etkilenmiş ve hatta neredeyse depremi yaşamış gibi kadar hassasiyetle yaklaşabiliyorsunuz.

 

Depremde, şu ana kadar bilinen, sayılabilen vefat sayısı ne acıdır ki 50 bin kişiyi geçmiş durumda.

Yaralıları sayıları yüzbinlerle ifade ediliyor. Bunların bir kısmı hafif derecede olmakla birlikte ciddi bir kısmı da ne yazık ki çok ciddi seviyelerde ve hatta uzuv kayıpları noktasına varan seviyelerde. Deprem bölgelerinden 4-5 saat mesafede bir hastanede çalışan arkadaşım, hastaneye gelen ve depremde ezilme sebebiyle uzuv kaybı yaşayanların sayısını bile hatırlamadıklarını ifade ediyor. Bu kadar uzak denilebilecek mesafedeki hastanelerde bile durum böyle ise yakın hastanelerdeki durumu düşünmek bile istemiyorum. Allah hepsinin yardımcısı olsun…

Bu kadar büyük kapsamlı, bu kadar büyük bir alanı ve milyonlarca kişiyi etkileyen böylesine bir olayın ele alınması için çok fazla kriter var ancak konumuz “Süreklilik, Kriz ve Acil Durum Yönetimi” olduğu için yazının devamında olayı bu bakış açısıyla değerlendireceğim.

Konumuza dönecek olursak, 30 yıllık banka çalışanı ve Türkiye’deki en yetkin İş Sürekliliği uzmanlarından biri olarak depremin “Süreklilik ve Dayanıklılık” ile ilişkisini değerlendirmek ve bu konuda önerilerimi aktarmak istiyorum. Deprem kaçınılmaz bir olay ise, “İş Sürekliliği” bakış açısıyla yani depremden etkilendikten sonra tekrar nasıl ayağa kalkacağımız konusunda hazırlık yapmak yerine bu olaydan etkilenmeden ya da en az etki ile atlatmayı hedeflemek gerekiyor. Zira ülkemizin Orta Anadolu hariç hemen her bölgesi ciddi seviyede deprem riski taşıyan fayların üzerinde yer alıyor. Madem böyle bir gerçekle yüz yüzeyiz, bu noktada yapılması gereken Resilience’ı yani dayanıklılığı sağlamak.

Bildiğiniz gibi finans kurumları, süreklilik konusundaki en hassas kurumlar arasında gelir. Merkez Bankası ve Bankalar gibi finans kuruluşları süreklilik esasına göre kurgulanmıştır. Yani belirlenen ve duyurulan zaman aralıklarında çalışmamaları gibi bir şey akla bile gelemez. Bir müşteri, hesabıyla ilgili işlem yapmak istediğinde “sistem çalışmıyor” veya “şu an para çekemezsiniz” gibi cümleleri genellikle duymaz ve haklı olarak duymak bile istemez. Zira bir müşteri genellikle gerçekten ihtiyaç durumunda ATM başında oluyor ve böyle bir durumda ATM’nin çalışmaması, para vermemesi kabul edilebilir, tahammül edilebilir bir durum olmaktan çıkıyor.

 

Bankalar, müşterinin en ufak bir kesintiye bile tahammül edemediklerini biliyorlar.

Müşteriler artık çalıştığı finans kurumlarına eskisi kadar bağlılık göstermiyor. Gerçekten ihtiyacı olduğu anda hesabının bulunduğu kurumdan parasını çekemiyorsa, para transferi yapamıyor ya da benzeri bir konuda destek alamıyorsa pek de tereddüt etmeden finans kurumunu değiştirebiliyorlar. Finans kurumları da bu durumunda farkında ve olası bir risk sebebiyle çalıştığı firmayı değiştiren binlerce müşteri olabileceğini çok iyi biliyorlar. İşte bu farkındalıkla, ülkemizdeki finans kurumları bu konuda gereken yatırımları yapıp aürekliliği sağlama odaklı çalışmalarını sürdürüyor, sistemlerini ve yapılarını 7/24 çalışır tutmayı hedefliyorlar.

Tabii bu durum, yani kurumların sürekliliğini sağlamak sadece kurumların tercihine bırakılmıyor. Tahmin edeceğiniz gibi BDDK ve Cumhurbaşkanlığı gibi kural koyucular da bu konuyla ilgili detayları içeren uyumu zorunlu bazı regülasyonlar duyurdular. Başta bankalar olmak üzere tüm finans kuruluşları, hem regülatif anlamda hem de rekabeti devam ettirebilmek adına bu konuda istenen ve gerekenleri sürdürmekteler. Bu tedbirlerle sağladıkları Hizmet sürekliliğiyle, müşterilerinin güvenini kazanıp, varlıkları sürdürme ve büyüme konusunda rekabet içindeler.

Yukarıdaki bilgilerden yola çıkarak şimdi deprem haritalarına bir göz atalım ve sonrası için yol haritamızı oluşturalım. Resim-1’deki global deprem haritasını göreceksiniz. Haritayı detaylı olarak incelediğimizde Kuzey ve Güney Amerika’nın sadece batı kıyılarında yüksek derecede deprem riski olduğunu, Avrupa ve Asya’da ise Türkiye’nin hemen batısı ve kuzeyinden başlayan fay hatlarının İran, Afganistan, Pakistan ve Hindistan üzerinden dünyada en çok deprem olan Japonya’ya kadar uzandığını görüyoruz. Avrupa’nın büyük kısmı, Afrika, Rusya ise hemen tümüyle Fay hatlarının dışında kalıyorlar.

 

Resim-Global Deprem Haritası

 

Türkiye ciddi seviyede bir deprem ülkesidir.

Resim-3’teki harita ülkemizdeki fay hatlarını gösteren daha detaylı bir içerik sunmakta. Haritayı dikkatlice incelediğinizde Türkiye’nin, Orta Anadolu hariç hemen her tarafı ciddi ve çok ciddi seviyede deprem riski taşımakta. Bunun yanında ekonomik anlamda en gelişmiş, ülke ekonomisinin çok büyük kısmını yöneten İstanbul, İzmir gibi büyük şehirler bu riskin en tepesinde yer alıyorlar. Riski daha da arttıran konu ise her ikisinin de hem eski hem de yoğunluğu yüksek şehirler olması. Bu durum deprem gibi bir felaket yaşanması durumunda olası çözümleri üretmeyi zorlaştıran bir unsur. Eğer iş sürekliliği konusunda çalışıyorsanız bu ve benzeri yüzlerce konu sizin için çalışma ve çözüm üretme alanları olarak çıkıyor karşınıza.

 

Resim- Türkiye Fay Hatları Haritası

Ülkemizde 11 ili ve 13 milyon kişiyi etkileyen Kahramanmaraş depremi tam olarak koyu kırmızı olarak işaretli fay hattı üzerinde yaşandı ne yazık ki. Hemen ardından yaşanan ve hemen hemen ilk deprem kadar güçlü ikinci Hatay depremi de yine aynı bölgede oldu. Geçmişe bakarsak ülkemizdeki en büyük depremler yine bu fay hatları üzerinde yaşandı. Durum böyleyken fay hatları üzerindeki diğer yerleşim merkezileri için acilen çok ciddi hazırlıklar yapılıp tedbirler alınması gerektiği görünüyor.

 

Böyle bu süreçte yapılacak en iyi şey kurumsal olarak gerekli tedbirleri ve aksiyonları almak olacaktır.

“İş Sürekliliği Yönetim Sistemi” işte tam bu amaç için tasarlanmıştır. ISO tarafından bir dünya standardı olarak yayınlanan ISO 22301:2019’u böyle bir sistemi kurmak isteyen, yani potansiyel felaketlere karşı kurumunu hazırlamak isteyenler için metodoloji olarak yayınlanmıştır. Aslına bakılırsa bu konuda yapılacak çalışmalar aşağıda birkaç örneğini verdiğim gibi çeşitli alt başlıklarda çok daha detaylı ele alınmıştır.

  • ISO 22331:2018 – İş Sürekliliği Stratejisi
  • ISO 22301:2019 – İş Sürekliliği Yönetim Sistemi – Gereksinimler
  • ISO 22313:2020 – ISO 22301 Kullanım Rehberi
  • ISO 22332:2021 – İş Sürekliliği Plan ve Prosedürlerinin Geliştirilmesi
  • ISO 22317:2021 – İş Etki Analizi Rehberi
  • ISO 22318:2021 – Tedarikçi Süreklilik Yönetimi Rehberi

gibi daha bir sürü alt başlıkta bu konuyu çok detaylı olarak standartlar şeklinde inceleyebilirsiniz.

Bu standartların tümü iş sürekliliğinin alt başlıkları ve alt detayları olarak oluşturulmuştur. Ancak iş sürekliliği yanında Acil Durum Yönetimi ve Kriz Yönetimi gibi farklı standartlar da mevcuttur.

ISO 22322:2022 – “Acil Durum Yönetimi” – “Genel Uyarı Yönergeleri” altından acil durum ile ilgili standardın detaylarını inceleyebilirsiniz. ISO 22361:2022 ise kriz yönetiminin kapsamlı olarak ele alındığı standarttır. Sizlerin de fark edeceği gibi iş sürekliliği, “Acil Durum Yönetimi ve Kriz Yönetimi” gibi başlıklar altında çok fazla sayıda standart yayınlanmış ve bu konu büyük bir detay ve ciddiyetle ele alınmıştır. Bizlere ve kurumlara düşen bu standartları uygulayarak gerekli hazırlıkları yapmak ve hazırlıklarımızın belirli bir kalitede olduğunu garanti altında almaktadır.

 

Bu konuda ilginç bir de tespitimi aktarmak isterim.

Bu güne kadar ülkemizde katıldığım hemen hiçbir etkinlikte ya da görüştüğüm hemen hiçbir kurumda “ISO 22361:2022 Kriz Yönetimi” konusunda ciddi bir çalışma yapıldığını, standardın uygulanması adına kapsamlı ekipler kurulduğunu görmedim. Ancak geçen ay Amerika’da katıldığım “Solutions for a Resilient Tomorrow” başlığıyla Disaster Recovery konusunda yapılan bir etkinlikte çok sayıda kurumda “Kriz Yönetimi” özelinde geniş ekipler olduğunu ve bu standardın bir çok kurumda ciddi seviyede uygulandığı ve tatbikatlar yapıldığını öğrendim. Ülkemizde çok zayıf olan bu kavramın, depremden sonra alınan ve planlanan tedbirlerle en kısa zamanda olması gereken noktaya ulaşacağını ümit ediyorum.

 

Yaşanan büyük ve üzücü depremlerden bir ders aldık mı?

Tekrar toparlayacak olursak, yaşanan büyük ve üzücü depremlerden bir ders aldık mı, aksiyon planlarımızı çıkardık mı, mevcut durumumuzu orada yaşananların bakış açısıyla değerlendirdik mi gibi bir sürü soru sorulabilir bu noktada.

Tam bir deprem ülkesi olarak, gereken her alandaki hazırlıkları sağlamak adına bazı tedbirler almak gerekiyor. Her alanda derken biz burada tabii ki finans kurumlarını ele alıyoruz ancak burada sıraladığım tedbirlerin büyük kısmı kişisel tedbirler dahil her alanda uygulanabilir.

  • Binaların Dayanıklılığı: Bu konu basında o kadar çok yer aldı o kadar çok anlatıldı ki aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum. Çünkü bu adımda neler yapılması gerektiğini artık herkes biliyor. Madem bir bina içinde yaşıyor ya da çalışıyoruz o zaman atılacak ilk adım içinde yaşanan binanın her türlü olumsuz koşula karşı yeterince Dayanıklı olduğuna emin olmak. Finansal kurumlar için düşünüldüğünde burada alınacak aksiyonlar çok daha kritik bir noktaya geliyor. Dijital dönüşüm ile sağlanan teknolojiyi, finans kurumlarının damarlarında akan kan gibi düşünebilir. Nasıl ki insanın kan akışı kesildiğinde hasta ölür ise teknolojik süreklilik kesilirse finans kurumları da çalışamaz bir noktaya geleceğinde Veri Merkezleri aracılığıyla sağlanan bu kan akışının sürekliliği de ancak bu yapılarda maksimum tedbirleri almakla sağlanabilecektir.
  • Acil Durum Planları: Yaşanma potansiyeli olan deprem, yangın, sel gibi olaylar için “Acil Durum Planları” ve tatbikatları bir kurumun en kritik operasyonlarından biridir. Hangi şart altında sırasıyla neler yapılacak, nasıl iletişim kurulacak, hangi operasyonlar kimlerle yürütülecek ve hangi kritik varlıklar izlenecek gibi tüm konular bu planlarda yer almalı. Eğer mümkün ise kurumun büyüklüğüne göre bu planlar farklı türdeki felaketler için o konuya özel olacak şekilde hazırlanmalı ve tüm ilgili ve sorumlu kişiler tarafından da biliniyor olmalı.
  • Eğitim ve Farkındalığın Arttırılması: Bu alanda yıllardır çalışan bir uzman olarak elde ettiğim en büyük tecribelerden biri şudur; “Dayanıklılık ve Süreklilik” konusundaki en büyük, en kritik ve en etkili tedbir kesinlikle ve kesinlikle eğitim ve farkındalığın arttırılmasıdır. Bina, yatırım, donanım ve diğer varlıklar hep araçlar olarak kullanılabilirler ancak eğer yeterli Eğitim verilmemiş ve yeterince farkındalık yaratılmamışsa varlıkların hiç bir anlamı kalmıyor. Konunun merkezinde yer alan insan eğer acil bir durumda ne yapacağını, neyi nasıl yapacağını ve neyi kullanıp hayatını nasıl güvence altına alacağını bilmiyor, panik içinde sağa sola koşturuyorsa konu kapanmış demektir. İşte bu kişiyi eğitmek ve acil durumlarda nasıl aksiyon alınacağını, başta kendi güvencesini sağladıktan sonra diğerlerine nasıl yardım edebileceğini biliyor olması olayın merkezinde yer alan çözümdür. Eğitim, yıllardır en önem verdiğim konuların başında bu yer alıyor ve aldığım aksiyonlar da bu durumu kanıtlar şekilde ortaya koyuyor.
  • Kesintisiz bir İletişimin sağlanması: İletişim, yaşanan bir felaket için en kritik unsurlardan biridir. Olaya kurumsal olarak bakacak olursak, yaşanan olaydan kimin ne kadar ve nasıl etkilendiği, çalışanların sağlık durumları, hangi birimlerin çalışabilir ya da çalışamaz olduğu gibi tüm bu konular ancak iletişim ile elde edilebilir. İletişim yoksa, bilgi alınamıyorsa ne yapılacağı da bilinemez, plan yapılamaz. Yaşanan bir olay türüne, şekline ve büyüklüğüne göre iletişimi de etkileyebiliyor. Maraş ve Hatay depremlerinin çok şiddetli olması ne yazık ki GSM iletişiminin de tümüyle kesilmesine sebep oldu. Sorunun çözülmesi bazı yerlerde kısa sürmüş olmakla birlikte ulaşımı zor olan ve elektrik kesintisi yaşanan yerlerde günler sürmüştü. Tamam bu depremler çok büyük ve sıra dışıydı ancak birkaç yıl önce İstanbul’da yaşanan 5 civarında bir büyüklüğü olan depremi herkes hatırlıyordur eminim. Hiçbir can kaybına ve yıkıntıya sebep olmayan bu depremde bile GSM operatörleri ciddi etkilenmiş ve ilk anda hiç birisinden görüşme yapılamaz hale gelmişti. İşte bu konuya kesin ve kalıcı bir çözüm bulmak hemen tüm firmaların hedefinde yer alıyor, güncel teknolojiyle şimdilik tek çözüm de uydu telefonu olarak çıkıyor karşımıza.
  • Acil Durum, Kriz ve Süreklilik Yönetimi konusundaki araştırma ve yatırımlara devam edilmesi: Bu alanlar ne yazık ki, geçmiş dönemde biraz göz ardı edilmiş, yatırım anlamında iyileştirmelerin es geçildiği konular. Oysa Acil Durum, Kriz ve İş Sürekliliği anlamında alınacak daha çok yol var, yeni teknolojiler, ürünler, yöntemler var. Tüm bunları araştırıp çok hızlı bir şekilde kurumlarımıza uygulamak ve Marmara bölgesinde beklenen depreme hazırlıklı olmak gerekiyor. İşte bunu sağlamanın en doğru yolu da bu konulardaki araştırma ve çalışmalara yatırım yapmak. Özellikle başta devlet kurumları olmak üzere finansal olarak güçlü firmaların, diğer kurumlara örnek ve lokomotif olacak şekilde bu konulara ciddi yatırım ve destek vermeleri gerekiyor.

Bizler bu konuları inceler ve araştırırken dünyada Resilience olarak adlandırılan yeni bir kavram var ki yazıda da birkaç yerde bu konuya kısaca değindim.

Türkçe’ye Dayanıklılık olarak çevrilen ancak aslında tam Türkçe karşılığı olmayan Resilience ifadesini kısaca açıklamak isterim. “İş Sürekliliği“, bir konunun, çalışmanın her türlü şart altında sürekliliğini ele alır. Şartların onu olumsuz etkilemesi durumunda şartlarını hemen düzelterek işe, çalışmaya devam edebilmeyi hedefler. Yani felaketten etkilenseniz de en kısa zamanda işin tekrar devamını sağlama odaklıdır. “Resilience” ise aslında daha güçlü bir yapıyı anlatır.

Resilient yani dayanıklı olan kurumlar, işler ve yapılar söz konusu olaydan ya hiç etkilenmezler ya da işlerin aksamasına sebep olmayacak düzeyde, ufak çapta etkilenirler ve sürekliliğini otomatik olarak devam ettirirler. Son yıllarda gittikçe artan oranda gündeme gelen bu kavram, tek tük de olsa artık ülkemizde de telaffuz edilmeye başlandı. Yine bu konuda bir ilki gerçekleştirerek bu yapıyı çalıştığım kurumda uygulamaya başladım. Önümüzdeki dönemde tümüyle ayrı bir yazı konusu olacak şekilde bu konu sizlere daha detaylı olarak aktarmayı hedefliyorum.

Organizasyonların sürekliliği olmalıdır. Kurumların karşılaştığı en büyük zorluk, süreklilik ve değişim arasındaki dengedir ancak her ikisine de ihtiyaçları vardır. Önemli olan değişimle zamana ayak uydurarak sürekliliği yakalamaktır.