Türkiye İş Bankası’nın düzenlediği “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” başlıklı uluslararası konferansın ilk gününde ekonomi alanındaki önemli isimler dünya ve Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerini paylaştı. 

Nobel Ödüllü Ekonomist Prof. Dr. Paul Krugman, “Değişen Küresel Ekonomi ve Türkiye” konulu konuşmasında, küreselleşmenin genel kanının aksine sürekli yükselen bir trend olmadığının altını çizdi.  1980’li yılların ortalarında bir hiper-küreselleşme dönemi yaşandığını, şu anda ise bu trendin durduğunu söyleyen Krugman, bu duraklamada tedarik zincirlerinin çok uzun, karmaşık ve riskli hale gelmesinin etkili olduğunu belirtti.

Krugman, “Bu durumda herkes kapalı ulusal ekonomilere mi geri dönecek? Hayır. Hala bazı önemli avantajlar var. Özellikle varlıklı, ücretlerin yüksek olduğu ülkeler bir şekilde üretimlerini bu kadar pahalı olmayan yerlere kaydırmaya çalışacaklar. Kapalı ulusal ekonomilere dönülmesi istenmiyor ama entegrasyonun odağı coğrafi olarak daha yakın ekonomilere; dünya olaylarından çok etkilenmeyeceği düşünülen yerlere yönlendiriliyor” diye konuştu.

 

Krugman: “Türkiye için fırsatlar büyümeye devam edecek”

Avrupa Birliği’nin bugün hala küresel ekonominin en önemli güçlerinden biri olduğunu söyleyen Krugman, Türkiye’nin, Avrupa’daki imalat kompleksinin bir parçası haline geldiğini ve bu sayede bazı kazanımlar elde ettiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Dünya ekonomisinin eğilimiyle ilgili düşüncelerim doğruysa, karşınızdaki fırsatlar büyümeye devam edecek. Çünkü coğrafi açıdan avantajlı konumdasınız. Hepimizin çok iyi bildiği bir şey var ki mesafe sorundur. Hiper-küreselleşme hikâyesi bağlamında bakarsak, orta gelirli ülkeler, yüksek gelirli ülkelerle entegrasyonu sağladığında ekonomik büyüme fırsatları sonuna kadar açılıyor. Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasa da nearshoring dediğimiz yakın komşularla iyi ilişki içinde olma eğiliminden yararlanabileceğini, burada fırsatlar olduğunu düşünüyorum. Küresel siyasi geleceğin neler getireceğini bilmiyoruz. Seçimler sonrasında ABD’nin korumacı bir eğilime gitmesi bütün küresel ekonomik sistemi etkileyecektir ama büyük ekonomik aktörlere yakın ülkeler için ciddi bir tehdit söz konusu değil. Bu anlamda Avrupa’nın güney doğusundan Asya’ya uzanan hatta yer alan ülkeler için küresel anlamda ciddi risk bulunmuyor. Tabii, kendi bahçenizi temiz tutmak şartıyla…”

 

Şevket Pamuk: “Dünya, devletin ekonomideki yeri açısından yeni bir dönemin eşiğinde”

Ekonomi tarihçisi Prof. Dr. Şevket Pamuk ise “Atatürk Döneminde ve Günümüzde İktisat Politikaları” başlıklı konuşmasında, 1980’den itibaren tüm dünyada egemen olan piyasa yanlısı politikalar nedeniyle devletin ekonomideki yerinin küçüldüğünü söyledi. Çin ve diğer bazı Doğu Asya, Güneydoğu Asya ülkelerinin ise korumacılığı ve devlet müdahaleciliğini başarılı bir şekilde uygulayarak sanayileşmede ve gelir artışında önemli mesafe aldıklarını ifade eden Prof. Dr. Şevket Pamuk, şöyle konuştu:

“40 yıl sonra Amerika’da iktisat politikası uyanıyor. ‘Biz bir şeyleri yanlış yaptık, geride kaldık ve Çin ile rekabette geriliyoruz’ görüşü ağır basıyor. Sanayi politikaları artık Amerika’da yeni ortodoksi olma yolunda. Avrupa’da da yeni bir sanayileşme stratejisine ihtiyaç olduğu vurgulanıyor. Dünya, devletin ekonomideki yeri açısından yeni bir döneme girmenin eşiğinde. Henüz gelişen ülkelerde bu yeterince hissedilmiyor. Ama 1980’lerin piyasa ortodoksisi artık geride kaldı. En başta, en gelişmiş ülkelerde piyasa yanlısı tavırlar artık konuşulmuyor.”

Ekonominin motor gücü olan sanayide sağlanan verimlilik artışının diğer sektörlere de yayıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Pamuk, şu görüşleri aktardı: “Türkiye’nin geldiği noktada sanayileşme ve hizmet sektöründe devlet desteğiyle verimlilik artışı ve teknoloji alanında yukarıya tırmanmak hedef olmalı. Devlet destekli sanayileşme ve hizmetlerdeki teknolojik verimlilik artışının önümüzdeki dönemlerde birlikte yürümesi çözüm olacak diye düşünüyorum. Gelinen noktada dünyada pek çok ülke zaten bir arayış içerisinde… Devlet müdahaleciliği deyince 1930’ların devletçiliğini, 1960’ların kalkınma planlamacılığını kastetmiyoruz. Değişen dünyanın koşullarına uyan, gerçek iktisadi kalkınmayı destekleyen bir devlet müdahaleciliğine ihtiyacımız var. Burada özel sektöre de çok iş düşecek. Doğu Asya, Güneydoğu Asya’ya bakarsanız devlet müdahaleciliği sürecinin özel sektörle etkileşim içerisinde yürümesinin daha verimli sonuçlara yol açtığını görüyoruz. Özel sektör de sorumluluk almalı, daha olumlu rol oynamalı.”

 

“Türkiye’de Ekonomi Politikaları” paneli… 

Konferansta düzenlenen “Türkiye’de Ekonomi Politikaları” panelinde ise ekonomistlerin gözünden Türkiye’nin geçmişten bugüne ekonomi politikaları ve gelecek dönem beklentileri ele alındı.

Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde büyümek için değerli bir paraya sahip olması; vergi, yargı ve emeklilik sistemlerini düzenlemesi gerektiğini belirterek, “Türkiye’nin tüm bu zorlukları birer birer göğüslemesi gerek. Ancak o zaman gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı kapatmaya devam edecektir” dedi.

Dr. Mahfi Eğilmez ise “Türkiye Cumhuriyeti bir yapısal reformlar paketi üzerinde yükseldi. Atatürk devrimleri dediğimiz şey, yapısal reformlar paketinin özüydü. Ekonomide ilk devrim, Lozan Anlaşması ile birlikte kapitülasyonların kaldırılmasıdır. Ekonomik atılımların ikinci adımı İş Bankası’nın kuruluşudur” diye konuştu.

Ege Cansen de Türkiye’nin orta gelişmişlik tuzağında olmadığını belirterek, “Bu bir iktisadi mesele değil kültür meselesidir. Türkiye, orta kültür tuzağındadır” dedi. Türkiye’nin kimi zaman Güney Kore, Arjantin gibi ülkelerle kıyaslandığını, ancak her ülkenin kendi kültürel yapısıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Cansen, Arjantin ile kıyaslandığında Türkiye’nin başarılı olduğunu vurguladı. Cansen, “ ‘Daha iyi olması gerekir miydi? Türkiye niye bir mucize yaratmadı?’ Bu soruları sormak hakkımızdır ama Türkiye’nin performansını küçümsemeye de hakkımız olmadığını düşünüyorum” yorumunu yaptı.