BankPozitif Ürünler & Kanallar Grup Başkanı Kübra Odabaş Taşlı, Fintechtime Eylül sayısı için yazdı “Rekabetten İş Birliğine: Fintechler ve Bankalar Arasındaki Dönüşüm ve Fin-bank Modeli”.

Bir tarafta yüzyıllara dayanan köklü geçmişi ve geniş müşteri tabanıyla bankalar, bir tarafta ise yazılımın karşı konulamaz gücüyle ilerleyen Fintech’ler var. Burada akıllara şu sorular geliyor; Bankalar ve Fintech’ler beraber var olabilir mi? Yoksa Marc Andreessen’in sözlerinden yola çıkarak yazılımı arkasına almış olan Fintech’ler geleneksel dünyayı, yani Bankaları yiyecek mi?

 

Rekabetten İş Birliğine: Fintechler ve Bankalar Arasındaki Dönüşüm ve Fin-bank Modeli

Kısa bir süre önce, kredi kartları ve ATM’ler finans dünyasında çığır açan yenilikler olarak kabul ediliyordu. Ancak bugün, teknolojinin hızla ilerlemesi, finansal hizmetlerde devrim yaratarak, hayal bile edemeyeceğimiz çözümleri günlük hayatın bir parçası haline getirdi. Telefonla verdiğimiz EFT talimatlarına olan heyecanımız, yerini 7’den 70’e herkesin mobil bankacılık kullandığı dünyaya bıraktı. Bu hızlı dönüşüm, kullanıcıların finansal işlemleri daha hızlı, güvenli ve daha kolay bir şekilde gerçekleştirmesine olanak tanıdı.

Bu inovasyon rüzgarları tabi ki hayatımıza yeni kavramlar ve aktörler de getirdi. Fintech, Insurtech, Regtech, BNPL, Open Banking, Contextual Banking, Seamless Banking, Intuitive Banking, Embedded Banking ve daha nicesi… Bir adım geriye çekilip bu büyük tabloyu incelediğimizde, finans ekosisteminin muazzam ahengine hayran kalmamak elde değil. İşte bu kusursuz manzarada, bazen zıt, bazen ise mükemmel uyum içinde görünen iki ana renk öne çıkıyor: Bankalar ve Fintechler.

Geleneksel bankacılık, yüzyıllara dayanan köklü geçmişi ve geniş müşteri tabanıyla finans dünyasının bel kemiğini oluşturmaya devam ediyor. Güçlü sermaye yapıları, düzenleyici otoritelerle olan derin ilişkileri ve küresel çapta yaygın şube ağları, geleneksel bankaları finansal güvenilirliğin simgesi haline getiriyor. Ayrıca, bankaların sunduğu kapsamlı hizmet yelpazesi, bireylerden büyük şirketlere kadar her türden müşterinin finansal ihtiyaçlarını karşılamalarına olanak tanıyor. Müşteri güvenini kazanmaya yönelik uzun yıllara dayanan itibarları, kriz dönemlerinde bile ayakta kalmalarını sağlıyor. Dijital dönüşüm sürecinde bile geleneksel bankalar, sağlam altyapıları ve deneyimleriyle sektördeki liderliğini korumaya devam ediyor.

Nitekim bu güçlü ve sağlam duruşun karşısında, küresel Fintech pazarı, son yıllarda büyük bir büyüme göstermiştir ve finansal hizmetler sektöründe önemli bir pay edinmiştir. 2023 yılı itibarıyla fintech endüstrisinin küresel gelirleri yaklaşık 79,38 milyar dolara ulaşmış ve 2028 yılına kadar 141,18 milyar doları aşması beklenmektedir. Bu görünüm bizlere Netscape’in kurucusu Marc Andreessen’in 2011 yılında bir açıklamasında ‘’Software is eating the world’’ sözünü hatırlatıyor.

Bir tarafta yüzyıllara dayanan köklü geçmişi ve geniş müşteri tabanıyla bankalar, bir tarafta ise yazılımın karşı konulamaz gücüyle ilerleyen Fintech’ler var. Burada akıllara şu sorular geliyor; Bankalar ve Fintech’ler beraber var olabilir mi? Yoksa Marc Andreessen’in sözlerinden yola çıkarak yazılımı arkasına almış olan Fintech’ler geleneksel dünyayı, yani Bankaları yiyecek mi?

 

Rekabet mi İş Birliği mi?

Geleneksel bankacılık ve fintechler arasındaki ilişki, son yıllarda finans sektöründe önemli bir tartışma konusu haline geldi. İlk bakışta bu iki tarafın birbiriyle rekabet ettiği düşünülebilir; çünkü fintechler, teknolojik yenilikleri kullanarak finansal hizmetleri daha hızlı, daha ucuz ve daha kullanıcı dostu bir şekilde sunmaya odaklandılar. Bu durum, özellikle genç ve dijitalleşmeye yatkın müşteri kitlesi arasında fintechleri daha cazip hale getirdi. Bununla birlikte fintechlerin sunduğu dijital cüzdanlar, mobil ödeme çözümleri, P2P kredi platformları ve robo-danışmanlık gibi hizmetler, geleneksel bankaların sunduğu hizmetlere kıyasla daha esnek ve erişilebilir çözümler olarak öne çıktı.

Bu rekabet unsuru, geleneksel bankaları daha yenilikçi çözümler geliştirmeye ve dijital dönüşüme yatırım yapmaya itti. Bankalar, fintechlerin hızla değişen müşteri beklentilerine yanıt verme hızını ve çevikliğini yakalamak için büyük bütçeler ayırarak kendi dijital ürünlerini ve hizmetlerini geliştirdiler. Ayrıca, fintechlerin etkisi altında kalan bankalar, kendi iş modellerini yeniden gözden geçirme ve modernize etme ihtiyacı hissettiler.

Ancak, bu rekabetin ötesinde, zamanla iş birliği olanakları da gün yüzüne çıktı. Birçok geleneksel banka, fintechlerin sunduğu teknolojik çözümlerden faydalanarak, müşteri deneyimini iyileştirmek ve operasyonel verimliliği artırmak için bu yeni girişimlerle ortaklıklar kurdu. Örneğin, bankalar, müşteri verilerini analiz etmek ve kişiselleştirilmiş hizmetler sunmak için fintechlerin veri analitiği ve yapay zeka çözümlerini kullanmaya başladı. Ayrıca, ödeme işlemleri, uluslararası para transferleri ve dijital kredi değerlendirme sistemleri gibi alanlarda da fintechlerle yapılan iş birlikleri, bankalara önemli avantajlar sağladı.

Bu iş birlikleri, fintechlerin yenilikçi teknolojilerini ve çevikliklerini bankaların geniş müşteri tabanı, sermaye gücü ve düzenleyici bilgi birikimi ile birleştirerek her iki tarafın da kazançlı çıktığı bir ekosistem oluşturdu. Bankalar, fintechlerin teknolojik yeteneklerinden faydalanarak daha hızlı inovasyon yapabilirken, fintechler de bankaların sağladığı güvenlik, düzenleyici uyum ve müşteri erişimi avantajlarından yararlanıyor.

 

Ne Rekabet Ne İş birliği… Bunun Adı ‘’Rekaberlik’’

Geleneksel bankacılık ve fintechler arasındaki ilişki, saf bir rekabetten veya iş birliğinden ziyade, “rekaberlik” olarak adlandırılabilecek bir kavrama dönüştü. Rekabet ve iş birliğinin iç içe geçtiği bu dinamik, her iki tarafın da kendi güçlü yönlerini ortaya koyarak birbirlerini tamamlamalarını sağlıyor. Bankalar, fintechlerin yenilikçi teknolojik çözümleriyle hız ve esneklik kazanırken, fintechler de bankaların sahip olduğu geniş müşteri tabanı, sermaye gücü ve düzenleyici uyum avantajlarından faydalanıyor. Bu karşılıklı etkileşim, finansal hizmetlerin geleceğini şekillendiren hibrit bir ekosistem oluşturuyor ve bu ekosistem, hem tüketicilere daha zengin deneyimler sunuyor hem de sektördeki oyuncuların daha sürdürülebilir bir büyüme sağlamasına olanak tanıyor.

Fintechler ve bankalar arasında gelişen rekaberlik ortamı, aralarındaki sınırların giderek silinmesine yol açıyor, çünkü her iki taraf da birbirlerinin alanlarına adım atarak kendi hizmetlerini genişletiyor ve dönüştürüyor. Geleneksel olarak bankalar, mevduat kabul eden, kredi veren ve diğer finansal hizmetleri sağlayan büyük, düzenlenmiş kuruluşlar olarak bilinirken, fintechler teknoloji odaklı, yenilikçi çözümlerle belirli finansal hizmet alanlarında uzmanlaşan daha küçük, çevik şirketler olarak ortaya çıktı. Ancak bu iki taraf arasındaki farklar, rekaberlik stratejileriyle giderek bulanıklaşıyor.

Örneğin, büyük bankalar artık sadece şube ağları ve geleneksel bankacılık kanallarıyla değil, aynı zamanda gelişmiş mobil uygulamalar, dijital cüzdanlar ve yapay zeka destekli müşteri hizmetleri gibi fintech benzeri çözümlerle de hizmet veriyor. Bankalar, fintechlerin sunduğu dijital ödeme sistemleri ve kişiselleştirilmiş finansal yönetim araçlarını kendi bünyelerine entegre ederek, müşterilere daha zengin ve kullanıcı dostu deneyimler sunuyor. Bu sayede bankalar hem geleneksel müşterilerine hem de dijital hizmetlere yönelen yeni nesil kullanıcılarına hitap edebiliyor.

Öte yandan, fintechler de artık sadece teknoloji odaklı start-up’lar olmaktan çıkıp, bankaların faaliyet gösterdiği alanlara doğrudan giriyorlar. Bazı fintech şirketleri, bankacılık lisansları alarak mevduat toplama, kredi verme ve hatta sigorta hizmetleri sunma yetkisi kazanıyor. Örneğin, Revolut ve N26 gibi dijital bankalar, başlangıçta sadece ödeme hizmetleri sunarken, artık tam teşekküllü bankacılık hizmetleri sunarak bankaların doğrudan rakipleri haline geldi. Benzer şekilde, PayPal ve Square gibi fintech devleri, kredi kartı hizmetleri ve küçük işletmelere kredi verme alanında bankaların yerini almaya başlıyor.

Bu sınırların giderek bulanıklaşması, finansal hizmetlerin daha bütünleşik ve kullanıcı odaklı bir yapıya dönüşmesini sağlıyor. Artık bir banka veya fintech müşterisi, ihtiyaç duyduğu tüm finansal hizmetleri tek bir platform üzerinden, hızlı ve sorunsuz bir şekilde alabiliyor. Bu da rekaberlik ortamının hem bankalar hem de fintechler için yeni fırsatlar yaratırken, aynı zamanda sektörün genel yapısını köklü bir şekilde dönüştürdüğünü gösteriyor.

 

Yeni Bir Kavramın Daha Doğuşuna Şahitlik Ediyoruz

Son yıllarda, fintechler ile bankalar arasındaki iş birliği ve rekabet ortamı büyük bir dönüşüm geçirdi. Bankaların fintech şirketlerini satın alarak dijital dönüşüm süreçlerini hızlandırdığını sıkça görüyoruz. Örneğin, JPMorgan Chase’in 2023 yılında Aumni’yi satın alması, bankanın veri analitiği yeteneklerini geliştirmesine olanak tanırken, UniCredit’in Vodeno ve Aion Bank’ı satın alması, dijital bankacılık hizmetlerini genişletme stratejisinin bir parçası olarak öne çıktı.

Ancak daha ilginç bir gelişme, fintechlerin de bankaları satın almaya başlaması oldu. SoFi’nin 2021’de Golden Pacific Bancorp’u satın alması, Revolut’un İngiltere’de bankacılık faaliyet izni alması, Brezilyalı dijital banka Nubank’ın 2024 yılında küçük bir yerel banka olan Banco Inter ile stratejik ortaklık kurması,fintechlerin artık sadece teknoloji sağlayıcıları değil, aynı zamanda tam teşekküllü finansal hizmet sağlayıcıları olarak güç kazandıklarını gösteriyor. Bu tersine satın almalar, fintechlerin pazarda daha güçlü bir konuma gelmek ve müşteri tabanını genişletmek için bankaların düzenleyici avantajlarını ve sermaye yapılarını kullanma stratejisini yansıtıyor.

Bu dinamikler çerçevesinde, “Fin-bank” kavramı ortaya atılabilir. Fin-bank, fintechlerin ve bankaların birleşmesiyle oluşan hibrit bir iş modeli olarak tanımlanabilir. Bu model, fintechlerin inovatif teknolojilerini ve esnek iş yapısını, bankaların düzenleyici uyumluluğu ve sermaye gücü ile birleştirerek ortaya çıkan yeni bir yapı sunuyor.

Türkiye’den örneklerle bu kavramı desteklemek oldukça mümkündür. Örneğin, PayFix’in BankPozitif’i ve Papara’nın T-Bank’ı satın alması, Türkiye’de fintechlerin de Fin-bank modeline yöneldiğini açıkça gösteriyor. Bu tür satın almalar, PayFix ve Papara gibi fintechlerin, geleneksel bankacılık lisanslarını elde ederek kendi dijital hizmetleriyle entegre bir yapı kurmalarına olanak tanıyor. Böylece hem geleneksel bankacılık hizmetlerini sunabilecekler hem de fintech inovasyonlarını bu hizmetlerle birleştirerek daha kapsamlı ve yenilikçi finansal çözümler sağlayabilecek gücü kazanmış olacaklar.

Bu gelişmeler, finansal hizmetlerin gelecekte nasıl sunulacağı konusunda yenilikçi yaklaşımların kapısını aralıyor. Fin-bank modeli, fintechlerin ve bankaların birbirlerine rakip olmanın ötesinde, iş birliği içinde nasıl daha güçlü bir finansal yapı oluşturabileceklerini gösteriyor. Bu durum, sektördeki sınırların giderek silikleştiğini ve rekabetin yanında iş birliğinin de giderek önem kazandığını vurguluyor.

Sonuç olarak, finans dünyasındaki teknolojik yenilikler, geleneksel bankacılık ile fintechler arasındaki ilişkileri dönüştürmüştür. Geleneksel bankalar, köklü geçmişleri ve güvenilirlikleriyle sektördeki sağlam temelleri oluştururken, fintechler teknolojik inovasyonlarıyla finansal hizmetleri yeniden şekillendirmektedir. Bu iki alan arasındaki rekabet ve iş birliği, “rekaberlik” kavramını ortaya çıkarmış ve her iki tarafın güçlü yönlerini birleştiren hibrit iş modellerinin gelişmesini sağlamıştır. Fin-bank modeli, fintechlerin ve bankaların birleşimiyle daha kapsamlı ve yenilikçi finansal çözümler sunma potansiyelini ortaya koymaktadır. Bu dönüşüm, finansal hizmetlerin geleceğinin, rekabet ve iş birliğinin harmanlandığı yenilikçi yaklaşımlar ile şekilleneceğini göstermektedir.