Cem Aydede ile Barış Yalın Uzunlu, Fintechtime Nisan sayısı için yazdı “MS-DOS Dünyasına Bir Seyahat…”.

“Bu ay köşemizi yine nostaljik bir yazıya ayırmak istedik. “Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı” derler ama bazı şeyler var ki teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin sizinle birlikte yaşamaya devam ederler. Çünkü artık sizin, karakterinizin bir parçası olmuşlardır. İşte biz de bu yazımızda gülümseyerek hatırladığımız, şimdiye kadarki hayatımızın en güzel yıllarından birini hikâyeleştirerek anlatacağız. Çocukluğunu bizim gibi 90’lı yıllarda yaşamış olanların mutlaka kendinden bir şeyler bulacağını düşünüyoruz. Haydi başlayalım:”

 

Yer: İstanbul

Yıl: 1997

İlkokul birinci sınıftayım. Haftada bir gün, toplam 2 saat olmak üzere bilgisayar dersimiz var. Ne öğretildiğini tam anımsayamıyorum ama çok sıkıcı geçtiğini net olarak anımsıyorum. Öğretmenlerimiz de sıkıldığımızın farkında olmalı ki her dersin son yarım saatini serbest zaman ilan ediyorlar, haliyle tüm arkadaşlarımla birlikte son yarım saati iple çekiyoruz. Tüm bilgisayarlarda çeşitli oyunlar yüklü. Ama bir oyun var ki ilkokulu bitirene kadar okulda sadece onu oynadığımı hatırlıyorum. Benim gözümde MS-DOS oyunlarının şahı: Raptor: Call of the Shadows.

[Raptor, 1994 yılında Cygnus Studios tarafından geliştirilen ve Apogee Software tarafından yayınlanan 2-D bir savaş oyunu. Bir uzay gemisinin kaptanısınız, göreviniz ateş açarak düşman gemilerini yok etmek. Her bölüm sonrası kazandığınız paraya göre yeni silahlar satın alabiliyorsunuz. Online olarak oynamak isteyenler şu linki deneyebilirler. Oyun ayrıca Steam üzerinden de satın alınabiliyor.]

Nefis müzikleri vardı. Bana göre kısıtlı teknoloji ile nasıl harikalar yaratılabileceğinin en iyi örneklerinden biri. Oyun hâlâ pek çok otorite tarafından en iyi 2-D Arcade oyunları arasında gösteriliyor.

Okulum yanlış hatırlamıyorsam saat 16’da bitiyor, ama henüz daha işyerlerinde mesai saati olduğundan evde kimse yok. Henüz evde tek başına kalmak için çok küçüğüm. Dolayısıyla ben de pek çok çocuk gibi servisten işyerinde iniyorum. Şube iki katlı. Daha kapıdan girer girmez okul çantamı bir kenara fırlatıp koşarak merdivenlerden çıkıyorum. En geniş oda şube müdürünün, odada kocaman bir tüplü televizyon ve karşısında son derece rahat deri bir siyah sofa var. Müdür kocaman yuvarlak gözlüklü, başının iki yanında birer tutam saç dışında tamamen kel, çok tatlı bir insan. Tam bir at yarışı delisi. Öyle ki, istisnasız her gün ben odaya girdiğimde televizyonda at yarışı açık. Bu büyük bir sorun. Çünkü aynı saatlerde başka bir kanalda Power Rangers var. Ben tabii ki onu izlemek istiyorum, avaz avaz bağırıp ortalığı velveleye veriyorum. Adamcağız “tamam Barışçım, bir dakika daha sabret, bitmek üzere” diyerek beni mümkün olduğunca oyalamaya çalışıyor ama sonunda pes edip kanalı değiştirmek zorunda kalıyor. Mutlu mutlu çizgi filmimi izleyip odadan çıkıyorum.

Günlük rutinimin bir sonraki aşaması ise çok daha zevkli. Sıkı durun: Çalışanların birinin bilgisayarında Volfied yüklü!

[Mutlaka hatırlayanlar çıkacaktır ama bilmeyenler için söyleyeyim: Volfied PC üzerinden oynanan bir alan kazanma oyunu. Çeşitli uzaylı yaratıkların olduğu 15 bölüm var. Her bölümde alanı “yiyerek” yaratıkları daha küçük bir alana hapsetmeye çalışıyorsunuz. Toplam alanın %80’ini yediğinizde o bölümü geçiyorsunuz. Denemek veya bir an için çocukluğuna dönmek isteyenler için link de paylaşıyorum.]

Tabii o zamanlar kimin ne kadar çok (veya acil) işi olup olmadığı beni ilgilendirmediğinden hemen onun yanında bitiyorum. Bir kere olsun izin verilmediğini hatırlamıyorum, zira 7 yaş sizi seven insanlara neredeyse istediğiniz her şeyi yaptırabileceğiniz sihirli bir yaş. Oyun oldukça kolay. Fakat 7.bölümde yaratıklar örümcek şeklinde, benim için son derece korkutucu. Üstüne üstlük, oyundaki bir “bug” yüzünden bazen bu örümcekler koruyucu alanın dışına çıkarak ekranın her tarafından dolaşmaya başlıyor. Tam bir kâbus. Tüm bu sebeplerden ötürü yalnızca bu bölümü bilgisayarın sahibinin geçmesine izin veriyorum.

İkinci aşama da tamamlandı. Peki, eğlence biter mi? Tabii ki bitmez! Giriş katta en arka tarafta kocaman bir eğitim odası var. Nadiren kullanıldığı için tozlu ve havasız bir oda. İçinde tek bir ana bilgisayara bağlı yüzlerce “aptal ekran” diye tabir edilen bilgisayar mevcut. İşte bu ana bilgisayarın içinde bir elmas saklı: Supaplex!

[Supaplex, içinde fazla yüksekten düşünce patlayan bombaların ve uçan makasların olduğu Pac-Man türevi bir oyun. Micheal Stopp ve Philip Jespersen tarafından geliştirilerek Mart 1991’de yayınlandı. Yüzlerce bölümü var. Oyunun resmi bir internet sayfası da mevcut. Oynamak isteyenler ziyaret edebilir.]

En fazla birkaç bölüm geçebiliyorum, çünkü artık eve gitme vakti. Şimdi düşünüyorum da, topu topu 1.5-2 saat içine ne çok aktivite sığdırmışım. Zaman çocukken son derece yavaş geçiyor.

Peki ya haftasonları? Herhalde bütün gün evde oturup ödev yaptığımı düşünmüyorsunuzdur! (İlkokul öğrencisine neden ödev verilir, hala anlayamıyorum. Finlandiya’nın eğitim sistemine hayranım.) Ben o zamanlar evde bilgisayarı olan şanslı çocuklardan biriydim. Bütün haftasonlarım bilgisayarımda Prince of Persia ve Prehistorik 2 oynayarak geçerdi. Özellikle, yakın arkadaşlarımı eve çağırarak hep beraber Prehistorik 2 oynadığımız günlerin tadı hala damağımda (Denemek isteyenler için link de ekliyorum). Oyunda ağından sarkan örümcekler ise, Volfied’in 7.bölümü ile birlikte, örümcek fobisi geliştirmemin sebeplerinden biri!

Hepimiz karakterimizi çocukluğumuzda biriktirdiğimiz anılara borçluyuz. Naçizane fikrime göre, mutlu bir çocukluk geçirdiysek, mutlu bir hayat sürmemiz çok olası. Ben de çok mutlu bir çocukluk yaşadım ve bunun önemli bir parçası bahsettiğim retro bilgisayar oyunları. Eski kafalılık diyen de çıkabilir, teknolojiye ayak uydurmayı savunan da. Ama ne olursa olsun, bahsettiğim oyunlar beni hala mutlu etmeye devam ediyor. Herkese de günlük hayat telaşına bir es verip çocukluğunda oynadığı oyunlara bir şans daha vermesini tavsiye ederim. Emin olun pişman olmayacaksınız.