Pratik İşlem Ödeme ve Elektronik Para A.Ş. Project Manager Murat Akköse, Fintechtime Aralık sayısı için yazdı “Teknoloji Hızlandı, İnsan Yavaşladı: Dijital Yorgunluk Çağı”.
“Teknoloji hızlandıkça insanın doğal ritmi geri planda kaldı; beden hareketsizliğin, zihin ise bitmeyen karar yükünün ağırlığı altında yoruluyor. Uykumuz bile tam kapanmayan ekranların gölgesinde gerçek bir dinlenme olmaktan uzaklaştı. Dijital çağda en büyük cesaret bazen hızlanmak değil, yavaşlamayı seçmek; bildirimlerden, aceleden, otomatik akıştan çıkıp kendi ritmine yeniden kulak verebilmek. Çünkü insanı yaşatan şey hız değil, kendi iç sesine uyanabilme cesaretidir.”
Hızlanan Teknoloji, Yavaşlayan Beden
Teknoloji insan hayatını kolaylaştırmak için gelişti; bunu yadsımak mümkün değil. Ama bu kolaylık galiba insanın doğal ritmini dağınık bir melodiye çevirdi. Her şey hızlandı, süreçler hızlandı, ekranlar hızlandı… ama insanın biyolojisi hiç değişmedi. Ve bugün çoğumuz aynı cümleyi kuruyoruz: “Hiçbir şey yapmadım ama çok yoruldum.” Bu, tembelliğin değil; çağın bir yan etkisi. Çünkü uzun süre hareketsiz kalmak kasların oksijen kullanımını azaltıyor, dolaşım yavaşlıyor ve beden, ortada ağır bir iş olmasa bile yorgunluk sinyali veriyor. Yani sanki beden, “hareketsiz kaldığım için yoruldum” diyor. Eskiden işler daha zahmetliydi ama garip bir şekilde daha hafifti. Bankaya gitmek için yürürdük, markete uğramak için dışarı çıkardık. Eskiden basit bir işlem için bile bir yere gitmek zorundaydık; muhtarlığa, belediyeye, hatta en küçük bir başvuru için bile kapı kapı dolaştığımız günler vardı. Bugün ise her şey parmak ucunda. Telefonla, uygulamayla, tek tıkla… Bir bakıma rahatladık ama belki de tam o noktada, bedenin asıl ihtiyacı olan şeyi — hareketi — kaybettik. Kolaylık çoğaldı, fakat insan garip biçimde daha çok yorulmaya başladı.
Dijital Duyarlılık: Uykunun Bile Yorulduğu Çağ
Yorgunluk artık sadece gün içinde değil; gece boyunca bile devam ediyor. Telefonlarımız başucumuzda duruyor. Sanki görünmez bir nöbetçi gibi. Bildirim gelmese bile gelebilir ihtimali var. Zihnimiz bunu fark etmiyor gibi görünse de beynimiz, bir yerinde, tetikte kalıyor. Bilim buna “cognitive arousal” diyor: zihnin tam uykuya izin vermemesi durumu. Uyumakla uyumamak arası bir boşluk… Ve sabah kalktığımızda neden yorgun olduğumuzu anlamamamız belki de bundan. Eskiden gece, bedenin gerçekten kapandığı, zihnin sustuğu bir vakitti. Şimdi makinalar gece boyu güncelleniyor; ama insan beyni güncellenmeden, eksik bir enerjiyle güne başlıyor. Uyku artık dinlenme değil; sadece sabahı bekleme haline dönüştü.
Zihinsel Yük: Yorgunluğu Artıran Görünmez Ağırlık
Bugünün yorgunluğu, kaslardan çok zihinden geliyor. İnsan beyni fiziksel yükten ziyade karar yükünden yoruluyor. Günde yüzlerce, belki binlerce mikro karar veriyoruz: bu bildirim önemli mi, bu mail bekleyebilir mi, bu mesaj cevap istemiş midir, bu görev acil mi? Her biri küçük görünüyor ama toplamı büyük bir yorgunluk yaratıyor. Bilim bunu “decision fatigue” olarak tanımlıyor: karar yorgunluğu. Yani artık ağır işleri değil, ağır düşünmeyi taşıyamıyoruz. Eskiden yorulmak daha somuttu: yürürdük, taşırdık, çalışırdık. Bugün yorulmak soyut bir şey: ekran ışığının altında düşünmek, hızlı cevap vermek, gecikmemek, eş zamanlı üç işi takip etmek… Bunlar görünmüyor ama zihni tüketiyor. Biriktikçe insan, günün sonunda neden bu kadar ağır hissettiğini bile açıklayamaz hale geliyor.
Yeni Cesaret: Belki de En Büyük Adım Yavaşlamaktır
Teknoloji hızlandıkça beklentiler de hızlandı. Hata payı azaldı, sabır kısaldı, gecikme kabul edilmez oldu. Makineler güçlendi ama insan sanki daha kırılgan hale geldi. Bu yüzden belki de bugünün en cesur hareketi hızlanmak değil, yavaşlamaktır. Teknolojiyi reddetmek değil; kendi ritmine göre yönetmek. Bildirim sesini kısabilmek, telefonu başucundan uzaklaştırabilmek, zihne biraz nefes aldırabilmek… Çünkü insan yalnızca üreten bir varlık değil; aynı zamanda duran, düşünen, hisseden bir varlık. Hiçbir algoritma yorulmayı bilmez; hiçbir sistem “biraz dinlenmem gerek” demez. Ama insan der. Ve bu bir eksiklik değil; insan olmanın özü.
Son Düşünce: Kendine Dönüş
Kendine dönüş, aslında insanın kendi ritmini yeniden duymasıdır. Modern dünyanın hızında hepimiz bir şekilde otomatik pilota bağlanıyoruz; düşünmeden, hissetmeden, sadece yetişmeye çalışarak yaşıyoruz. Kendine uyanmak ise, bu otomatik akıştan çıkıp insanın durması, nefes alması ve kendi iç sesini yeniden hatırlamasıdır. Teknolojinin ritmi makineler içindir; insanın ritmi ise çok daha yavaş, daha derin ve daha gerçek bir yerden gelir. Kendine uyanmak, işte o ritme yeniden bağlanmaktır. Belki de bu çağın asıl sorusu şudur: “Teknoloji hızlandıkça insan nereye gidiyor?” Cevap bir yerde saklı değil; hepimizin içinde. İnsan ancak kendi ritmine döndüğünde yolunu bulabilir. Çünkü hız insanı ileriye götürmez; bazen sadece savurur. Dijital dünyanın gürültüsünde insanı yaşatan şey hız değil, farkındalıktır. Makinalar uyanık olabilir, veri akabilir, sistemler gece boyu çalışabilir; ama insanın ihtiyacı uyanık kalmak değil — kendine uyanmaktır. Ve dijital çağ ne kadar hızlanırsa hızlansın, insanı ileri götüren şey hız değil; kendi ritminin farkına varabilmesidir.
