SHERPA Başkanı

Yakup Bayrak  

 

SHERPA Başkanı Yakup Bayrak, Fintechtime okurları için kaleme aldı, “Fintechler’i uyutmayan soru: Biz bir ürün müyüz, yoksa sadece bir özellik mi?”.

2011 yılında Forbes’ta yayınlanan bir röportajda[1], o günün “yeni yetmesi” bugünün ise  dünyaca ünlü dijital varlık yönetim SaaS’ı Dropbox’ın kurucusu Drew Houston, elini ayağını nereye koyacağını bilemediği Steve Jobs ile tanışma sohbetinde, Jobs’un kendisini bu tanımla sıkıştırdığını aktarmıştı: “Dropbox güzel bir özellik ama kendi başına bir ürün değil. Apple’a katılırsanız, dünyanın en iyi ürününü daha iyi hale getirebilirsiniz.” Fintechler bugün bu ikilemin içerisinde savrulurken, ya kendilerini daha önce hiç yüzmedikleri kadar devasa dalgaların arasına atıp “özellik olmaktan çıkararak devasa bir ürüne dönüşmeyi hedefleyerek” okyanusları geçmeye çalışıyor, ya da “Steve Jobs sanırım haklıydı. Biz bir özellikten ibaretiz. Büyük bir ürünün parçası olmanın zamanı geldi.” diyerek acqui-hiring temalı çıkışların öznesi olmayı tercih ediyorlar. Peki o karar anı geldiğinde, fintech girişimcilerinin ellerinde nasıl bir karar verme algoritması olsaydı, işleri bir nebze olsun kolaylaşırdı? Gelin, birlikte düşünelim….

 

Hayali fintech girişimimizin adı “Hoppala” olsun. (Umarım gerçekten böyle bir fintech girişimi mevcut değildir.) Hoppala’nın, gerçek hayattaki hoppalaların misyonunu fintech dünyasında yaşatmaya kendisini adamış, acar 2 girişimcinin gece gündüz emekleriyle ortaya çıkmış gelecek vaat eden bir fintech girişimi olduğunu düşünelim. 25-35 yaş arasındaki hedef kitlesinin, henüz ancak 4 sıfıra ulaşabilen mevduatlarının, efektif şekilde kullanılabilmesi için yapay zeka destekli bir algoritmayla harcama takibi ve moderasyonu yapabiliyor.  Moderasyon (girişimin alamet-i farikası da burada devreye girsin) kullanıcının Hoppala’ya akredite ettiği harcama aracınının (kredi ya da nakit kart) harcama işleminin tamamlanmasından önce kullanıcının limitlerini, geçmiş harcama trendlerini, bir sonraki hesap kesim tarihini ve satın alınacak ürünün diğer pazar yerlerindeki fiyatlarını kontrol ederek, kullanıcıya “Bunu bugün, bu mağazadan almak istediğine emin misin?” diye sorarak, kullanıcının satın alma sürecindeki farkındalığını yükseltiyor ve fırsat maliyetini de göstererek, önüne lehine olabilecek farklı alternatifleri seriyor. Son karar yine son kullanıcının olmaya devam ediyor… “Vay! Yahu bu güzel fikir.”ciler ile “Ya Yakup, bu zaten var!” cıları birbirleriyle sohbete bırakıyor ve sorumu diğer grubun üzerinde düşünebilmesi adına buraya bırakıyorum: Bu özellik aslında tüm Türk (ya da adı Türk, ana sermayedarları çok uluslu) bankalarımızın birkaç yıldır üzerinde çalıştıkları PFM (Personal Finance Manager) özelliğinin steroidli hali değil mi? Hoppala’daki sevgili acar girişimcimlerimiz, bankaların API’lerinin düşük debili, bol engelli ve çıkmaz sokaklı yollarında kaybolmadan, birbirlerini boğazlamadan ya da çıldırıp klavye yemeden ürünlerini ayağa kaldırıp, çalışır hale geldiklerinde, o PFM üzerinde meşhur bankalar (ya da onların girişimcilik merkezlerindeki girişim avcıları) tarafından dile getirilecek “Bu bir ürün değil, özellik… İyi de iş çıkarmışsınız. Gelin, kanatlarımızın altında rahat rahat çalışmalarınıza devam edin.” teklifini almayacaklar mı?

Neyin ürün, neyin özellik olduğuna kim karar verebiliyor?

Soruyu biraz daha sertleştirelim: Ürün, kendi adıyla pazarda var olan ve ürünün sahibi tarafından “çok iyi çalışan bir özellik”le yarışmak zorunda kalıyorsa, o ürün iyi bir ürün müdür? Sadece daha geniş bir kullanıcı havuzuna sahip olması, toplam işlem hacminin “özellik”ten daha fazla olması ürünün özelliği ham yapmasını zorunlu mu kılar? Bana inanın, er ya da geç, başarılı bir şekilde kendisine pazar yaratabilen, dar kapsamlı bir değer önermesiyle pazarı zorlayan her fintech ve onun kurucu zihniyeti, bu ikilemlerin içerisinde darallardan darallara koşmaya başlıyor. Büyüme baskısı, küçük döner sermayelere karşın kurulan büyük hayaller, yetenekli ekibe atılan kancalar, gece gündüz demeksizin çalışan kurucu takım, sürdürülebilir bir çalışma hayatının çıkış noktasının teslimiyetten geçtiğine inanmaya başlayıveriyor. (Bu baskıların bir tanesini bile yaşamaksızın onlarla empati kurmanın çok zor olduğunu kalın harflerle vurgulamak isterim.) Acar girişimcilerimizin, “Bizim küçük teknemiz, o büyük okyanusun dalgalarıyla başa çıkamaz. Tayfamız zaten yorgun, onları daha ne kadar fazla zorlayabiliriz? Girişimi başlattığımız gün çocuğum doğmuştu, ilkokula başlamadan önce onu görebilsem fena olmayacak.” temalarında çeşitlenen i içsel değerlendirmeleri gün aşırıdan, gün içerisinde 3 defa yapmaya başlamaları, başarılarıyla doğrusal orantıdadır. Başarı, baskıyı artırır. Girişimcinin omuzlarındaki yüz taşınamayacak kadar ağırlaşır.

Bu hayali senaryonun sadece fintech girişimleri için geçerli olmadığını gerçeğini kabul edip, hızlıca bir yana koyarak, büyüme ivmesi her geçen gün diğer sektörlerdeki girişimleri kıskandırmaya devam eden fintech’te, büyük oyuncu – küçük oyuncu savaşlarına her geçen gün daha fazla sahne almaya devam edeceği aşikar gözüküyor. Örneğimizdeki Hoppala, başarılı olduğu anda kapısını bir banka çalacak. Bankalar, bir yandan kurum içi girişimcilik programlarında “Hoppala-Killer” girişimlerin çıkması için yönlendirici olmaya özen gösterecek. Bankanın PFM programındaki iş geliştiricilerin tamamı Hoppala’yı indirip tersine mühendislikle alamet-i farikanın deşifresinin üzerinde çalışmaya başlayacaklar. Bu döngü yaşandı, yaşanıyor ve görünen o ki yaşanmaya devam edecek…

 

Fintech “özellik”çilerinin nin karar verme algoritması…

Sadede gelmeden önce hatırlayalım: “Algoritma, verilen herhangi bir sorunun çözümüne ulaşmak için uygulanması gerekli adımların hiçbir yoruma yer vermeksizin açık, düzenli ve sıralı bir şekilde söz ve yazı ile ifadesidir. Algoritmayı oluşturan adımlar özellikle basit ve açık olarak sıralanmalıdır.” Algoritmayı, “Çalışmayan Lamba” algoritmasıyla örnekleyerek, tanımlama adımlarına devam edelim:

  1. Lamba çalışmıyor.
  2. Lambanın fişi takılı mı?
    1. Değilse fişi tak.
    2. Takılıysa bir sonraki adıma geç.
  3. Ampul patlak mı kontrol et.
    1. Patlaksa ampulü değiştir.
    2. Değilse bir sonraki adıma geç
  4. Yeni bir lamba al.

 

Sorunu ne kadar irdelemek istediğimiz, ne kadar çok varyantı dikkate almamız ile orantılı olarak adımların sayıları elbette artırılabilir ancak siz konunun özünü anladınız. Gelelim bizim fintech girişimcisi “özellik sahibi” girişimcilerimizin yanıt aradıkları soruya: “Benim fintech girişimim gerçekten bir ürün değil de özellik ise pes edip, satış & çıkış senaryolarına mı kanalize olmalıyım?”

  1. Fintech girişimim sadece bir özellik mi ürün mü karar veremiyorum. Bu yüzden de sonraki adımlarımı planlayamıyorum.
  2. Yola çıkarken tanımladığın misyonunu başardın mı?
    1. Başaramadıysan, günün şartlarını göz önünde bulundurarak misyonunu güncelle.
    2. Başardıysan bir sonraki adıma geç.
  3. Misyonunu tamamlayarak elde ettiği başarı, seni tatmin ediyor mu?
    1. Etmiyorsa, elindeki seçenekleri kontrol et, ortakların ile müzakere et ve seçeneklerinden birini seç.
    2. Ediyorsa bir sonraki adıma geç.
  4. Yeni bir misyon yaz ve serüvenine onu başarmak için devam et. (Ona bir önceki başarını sermaye yapabilirsin.)

Yukarıdaki çözümlemeden de anlayabileceğiniz üzere “misyon” her şeydir. Kimin sizi ürün ya da özellik diye tanımlaması ancak ve ancak rekabetin beraberinde getirdiği bağlamsal taktik savaşlarından sadece bir tanesidir. Yolunuz açık olsun.

 

[1] https://www.forbes.com/sites/victoriabarret/2011/10/18/dropbox-the-inside-story-of-techs-hottest-startup/?sh=6dbc0dd06437