Fevzi Güngör
ÖDEAL
KURUCU ORTAK
Son 10 yıldır teknoloji üst seviyede gelişti ve baş döndürücü hızla hayatın her alanına yayılmaya devam ediyor. Şunu artık kabul edelim ki, teknolojinin yeni patronu kullanıcılar.
Kullanıcılar, çok değil bundan 10 yıl öncesine kadar sunulan yenilikleri sadece tüketirken, artık dizginleri ele almış durumdalar. Kimin büyüyeceğine ya da yok olacağına onlar karar veriyor. Ve artık o kadar güçlüler ki yeni sektörler yaratıyorlar.
Tüketiciler bitmek tükenmek bilmeyen esneklik ve kolaylık çağrısı yaparken finans sektörü de bu gelişimden nasibini aldı. Sektör hızla kabuk değiştirmeye başladı. Tüketicilere tüm hizmetleri tek platform üzerinden sağlamak, onlara hız ve esneklik kazandırmak üzere yenilenme sürecine girdi. Bu yenilenme süreci de, yeni bir alan ortaya çıkardı; Fintech…Yani finansal teknolojiler.
Yıllardır fazlasıyla regüle, içine kapalı, partnerlik ilişkisi geliştirmeyen ve buna gerek duymayan finans sektörü, artık tüm oyuncularıyla birlikte, partnerlik kaslarını geliştirmeye, bir ekosistem olmaya doğru hızla ilerliyor. Ve bunu sadece popüler bir konu olduğu için değil, bir gereklilik, hatta mecburiyet olduğu için yapıyor.
Bu noktada, her ne kadar Fintech dendiğinde herkesin aklına start-up’lar geliyor olsa da, aslında gerçek tam anlamıyla böyle değil. Teknolojinin mümkün kılması sonucunda yeni girişimler kurumsal alanda da ortaya çıkıyor. Tam da bu nedenle şirketlerin bu alana yatırım yaptığını duyar olduk. Bu yatırımlar mevcut bir şirkete yatırım yapmak, satın almak yönünde olabildiği gibi, kurumların kendi şirketlerini kendilerinin oluşturması şeklinde de olabiliyor.
Artık biliyoruz ki, ne kadar küçük ölçekli olursanız olun, finansal çözümler alanında değer üretmek mümkün. Piyasaların gelişimiyle tüm ürün ve hizmetleri sunan finansal kurumlar yerine , dikey çözümlere odaklanan fintech şirketleri ile onlara alt yapı, erişim, uyum, müşteri ve kanal sağlayan yapıların ortaklıkları oldukça popüler. Günümüzde bir finans kuruluşu, bir perakende mağaza zincirinde kredi satışı yapabiliyor. Paypal ve Square gibi şirketler, geleneksel finans kuruluşlarının kredi gibi ürünlerini üye işyeri havuzlarına sunuyor.
Bu nedenledir ki, Ödeal, İninal, Mikro-Ödeme, Parasut, iyzico gibi fintech alanında faaliyet gösteren birçok Türk şirketi yatırım aldı. Hatta ,bu şirketler arasında, uluslararası şirketler tarafından satın alınan şirketler de var. Örneğin geçtiğimiz yıllarda Provus’un, ödeme sistemleri devi MasterCard tarafından satın alınışı finans gündemini çokça meşgul etmiş, Provus’un yanı sıra, Mikro-Ödeme’nin Wirecard, iPara’nın Multinet tarafından satın alınması Türk fintech şirketlerinin başarısı olarak adlandırılmıştı. Bu örnekler hızla artacak, orası kesin.
Dünyada devletler de bu işten en karlı çıkanların başında geliyor. Yıllardır her yerde finansal okuryazarlık ve finansal tabana yayılma politikalarında sordukları soruların cevabını, devletler, fintech yapılarında buldular diyebiliriz. Artık finansal tabana yayılma kriterlerinde mobil penetrasyonunuz kritik bir başarı kriteri olarak kabul görüyor. Kamu bankalarına, zarar edecek olmalarına rağmen az nüfuslu bölgelerde şube açtırmak, tek ve geçerli bir finansal tabana yayılma politikası değil. Günümüzde birçok alternatif çözümün var olmasından en büyük faydayı, kuşkusuz devletler görüyor.
Evet, patron artık teknolojiyi kullananlar, yani tüketiciler. Bugün tüketiciler her bir ihtiyaçları için kendilerine en çok hitap eden yerden hizmet almak istiyorlar. Bir hizmeti bir kurumdan alıyor diye, diğer hizmetler için de aynı kurumu kullanmak zorunda kalmak istemiyorlar yani esnek olmak istiyorlar. Tek platform üzerinden farklı işlemleri yürütebilmek farklı işlevler elde edebilmek istiyorlar. Müşterilerin yeni modelleri kabul etmesi elbette sadece bundan kaynaklanmıyor. Yeni kurgularda fiyat her zaman ucuz değil ama tarife çoğunlukla daha yalın bir hal alıyor. Özetle, tüketici, karşısında dev bir şirket görmektense, kendisini güç dengesinde daha etkin hissettiği, daha rahat yönetebildiği, nispeten küçük kurumlarla iş yapmayı tercih ediyor. Bu da finansal teknolojiler alanına “sonsuz fırsat” olarak geri dönüyor.
Bir inşaat mühendisi olarak 2004 yılında işimi değiştirmeye karar verdiğimde 3 ana kural belirlemiştim. Büyüyen bir pazarda olacağım. Ucuz olmak dışında bir değer üretip üretmediğimi tekrar tekrar kontrol edeceğim. Müşterilerimle pazarlık etmeyeceğim işler yapacağım. Son 10 yılda bu kuralların üçüne de uymayan işlerden çıktım. Şimdi ise o “sonsuz fırsat” havuzundayım.