KPMG Türkiye’nin Başkanı Murat Alsan ile Fintechtime Mayıs Haziran sayısı için özel bir röportaj yaptık.

Son dönemde sundukları hizmet portföylerini genişleten; Bilgi Teknolojileri Dönüşümü, Yeni Nesil Teknolojiler ve Dijitalleşme, Veri ve Analitik, Teknoloji Etkinleştirme ve Siber Güvenlik hizmetleri olmak üzere beş farklı alanda hizmet sunmaya başlayan KPMG Türkiye’nin Başkanı Murat Alsan ile bir araya geldik.

 

KPMG araştırma, analiz ve raporlarıyla sektörlere ışık tutuyor. Biz de tüm bu çalışmalarınızı büyük bir keyifle okurlarımızla paylaşıyoruz. KPMG Türkiye olarak dijitalleşme, veri, analitik ve teknoloji alanlarında yeni bir yapı oluşturdunuz ve çözümlerinizle birlikte kadronuzu da genişlettiniz.

 

Son bir yılı nasıl değerlendirdiniz? Yenilediğiniz vizyonunuz, izlediğiniz yol haritası ve yeni çözüm alanlarınızı sizden dinleyebilir miyiz?

KPMG Global 2019 yılında 5 milyar dolar tutarında teknoloji yatırımı kararı aldı. Arkasından bu yatırımları yapmaya başladı. Biz de KPMG Türkiye olarak bu kapsamda çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Pandemi başladığında önemli bir teknoloji ekibini KPMG Türkiye’ye transfer etmiş, bin 700 kişilik toplam ekibimiz içindeki teknoloji danışmanlarının sayısını 160’a çıkarmıştık. Bu sebeple pandemi döneminde yoğunlaşan teknoloji projeleri için ekibimiz hazırdı. Diğer taraftan teknoloji alanındaki çözüm ortaklarımızla olan anlaşmalara yenilerini ekledik. En öne çıkan, son günlerde tüm araştırmalarda ilk sırada yer alan ve büyük örneklerini piyasadan duyduğumuz siber güvenlik vakaları. Dünyanın bize göre alanındaki en iyi birkaç şirketinden biri olan PRODAFT ile iş birliğimizi açıkladık. Müşterilerimize ortak çözümlerimizi sunmaya başladık. Yine sürdürülebilirlik konusundaki çözümlerimiz müşterilerimizden çok talep görüyor. Sürdürülebilirlik tarafındaki ekibimiz Richard Betts liderliğinde çalışmalarını büyüterek sürdürüyor.

 

Türkiye ve dünya ekonomisinde 2020 yılının son çeyreğini ve 2021’in ilk çeyreğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Pandemi sonrası Türkiye ekonomisine dair kısa ve uzun dönem öngörülerinizi alabilir miyiz?

Bahar aylarında yaşanan karmaşa ve aşırı kötümserleşen beklentiler, yılın son çeyreğinde yerini umutlara bıraktı. Küresel büyüme beklentileri olumlu yönde revize edilmeye başlandı. Yılın ilk yarısında yüzde 6’lar seviyesinde beklenen küresel daralma, yüzde 4’ler seviyesinde kalacak. Hasarın tamiri ise iyi ihtimalle 2021 sonunda gerçekleşecek. Bu süreçte, salgında ikinci dalga korkuları en önemli negatif unsur olarak öne çıkarken, aşı çalışmalarının 2021’e kalmadan biraz da hızlandırılarak tamamlanması şüphesiz ki süreç içinde yaşanabilecek en önemli olaydı. Salgın sürecinde ikinci dalganın etkisi yaşanırken hasta ve ölüm sayıları hızla yükseldi. Yine de ekonomilerde geniş çaplı kapanma süreci beklendiği üzere yaşanmadı. Bahar aylarında atılan katı adımların yarattığı ekonomik tahribat, bu sürecin yinelenmesinin önündeki en büyük engeldi. Kapanmaların yinelenmemesi ise doğal olarak küçülme sürecini frenledi.

Bölgesel daralma beklentileri içinde en büyük yarayı Avrupa Birliği ülkelerinin alması bekleniyor. Uzak Asya ise salgını ilk yaşayan ve süreci ilk tamamlayan bölge olarak, 2021 yılını büyüme ile kapatabilecek kapasitede görünüyor. Öncü veriler tarafında hızlı bir çöküşü aynı hızda bir toparlanma takip etti. Yılın son çeyreği içinde ise görece daha dengeli bir görünüm söz konusuydu. Belirsizliklerin azalması ve en kötünün geride kaldığı fikrinin satın alınması bu sürecin devamına işaret ediyor.

Türkiye’de ise 2020 yılının son çeyreğinde ekonomi yönetiminin değişmesinin ardından para politikasında enflasyonu kontrol altına alma amaçlı sert adımlar atıldı ve kredi büyümesi politikası terk edildi. Bu süreç, üçüncü çeyrekte yaşanan hızlı toparlanmanın son çeyrekte yavaşlamasına yol açtı. Benimsenen politikalardaki değişim, TL varlıklar için 2021 yılında olumlu bir tablo söz konusu olabileceğini işaret ediyor. Para politikası uygulamaları böylesi bir düşünce için tek başına yeterli olmamakla birlikte çok güçlü bir baz oluşturuyor. Para politikası duruşu ve net söylemlerin maliye politikaları ve yapısal reform çalışmaları ile birleştiği takdirde ve yeni jeopolitik risklerle karşı karşıya kalmayacağımız varsayımı altında reel olarak değer kazanan bir TL’den söz edebilmek oldukça mümkün.

Pandemi ile ortaya çıktığına tanık olduğumuz süreçlerden biri üreticilerin üretimi eve yaklaştırma isteği.  Dolayısıyla Avrupa’ya yakınlığı sebebiyle Türkiye, Çin’e alternatif üretim ülkelerinden biri olduğu için pandemi sonrası dönemde ekonomik olarak uzun vadede kârlı çıkacaktır. Bir diğer değinilmesi gereken nokta turizm sektörü. Turizm, pandemiden kısa dönemde en negatif etkilenen sektörlerden. Turizm gelirlerinin durmasının ülke ekonomisi üzerinde negatif yönlü etkisi oldukça fazlaydı. Pandemi sonrasında bu sektörün çabuk toparlanması bekleniyor diyebiliriz. Salgının ne kadar süreceği ve kısıtlamaların hangi sertlikte devam edeceği bu noktada çok önemli bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Turizm gelirlerindeki kaybın telafisi ve başta AB olmak üzere ihracat pazarlarının yeniden canlanması kritik önem taşıyor.

 

İş süreçlerinin dijitale taşınmasıyla birlikte yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı. Şirketler ne kadar teknoloji kullanır ve ne kadar dijitalleşirse bir o kadar da siber tehditlere açık hale geldiler. Yakın dönemde PRODAFT ile iş birliği yaptığınızı duyurmuştunuz. Bu iş birliği nasıl bir katma değer yaratacak? Olası tehditlere karşı nasıl bir yapı kurulmalı, öncelikleri neye göre belirlemeli?

Covid-19 salgınının başladığı Şubat 2020’den itibaren siber saldırılarda ciddi oranda artış kaydedildiğini birçok araştırma sonuçlarında gözlemliyoruz. Bunun temel sebeplerinden biri uzaktan çalışma koşullarının/ortamlarının oluşturulması için uzaktan yönetilen birçok sistem altyapısının kullanılmaya başlanması ile açıklanabilir. Çoğu organizasyon için yeni uygulamaların kullanıma alınması ile dijital kaynakların sayısının artması ve aynı zamanda ilgili yeni platformların sağladığı kolaylıklar beraberinde potansiyel siber güvenlik zafiyetlerini de artırdı. KPMG olarak, bildiğiniz gibi uzun yıllar boyunca finansal denetim çalışmalarının yanı sıra bilgi teknolojileri denetimleri yapıyoruz, penetrasyon testlerini gerçekleştiren bir ekip ile birlikte çalışıyoruz. Uzmanlık alanlarımızın içerisinde siber risklerin yönetilmesi, zafiyetlerin giderilmesi konuları var. Bu doğrultuda, PRODAFT’ın uzman ve teknik ekibi ile birlikte müşterilerimize, herhangi bir siber güvenlik vakası gerçekleşmeden önce, olduğu an ve sonrası için farklılaşan hizmetlerimizi uçtan uca çözüm sağlayacak şekilde oluşturduk.

Olası tehditler için organizasyonlar, aslında kullandıkları dijital platformlara göre ön analiz çalışmaları ve zafiyet analizi çalışmalarını gerçekleştirmeli. Tabii bu bir kere yapılıp tamamlanabilecek bir süreçten ziyade, devamlı hale getirilip süreklilik arz etmesi gereken bir uygulama. Hepimizin bildiği gibi neredeyse her gün yeni bir güvenlik açığı yayınlanıyor. Organizasyonların bu güvenlik açıklarını giderebilmesi için sıkı takip ve tarama platformlarını kurmaları, işletmeleri ve gerekli aksiyonları almaları çok önemli. Bir diğer çok önemli nokta ise siber istihbarat. Bu alanda PRODAFT’ın sunduğu U.S.T.A. (Ulusal Siber Tehdit Ağı) platformu gibi uygulamalar kullanılarak, şirketlere özgü herhangi bir verinin ileride güvenlik zafiyeti oluşturacak bir ortamda yer alması durumu kontrol edilebilir, bununla birlikte olası tehditler saldırı gerçekleşmeden önce tespit edilebilir. Bu sayede olası tehditlere karşı önceden önlem almak mümkün olacaktır.

 

Bilgi Teknolojileri Danışmanlığı kapsamında sunduğumuz hizmet portföyümüzü genişlettik. 160 kişilik profesyonel ekibimiz ile Bilgi Teknolojileri Dönüşümü, Yeni Nesil Teknolojiler ve Dijitalleşme, Veri ve Analitik, Teknoloji Etkinleştirme ve Siber Güvenlik hizmetleri olmak üzere beş farklı alanda hizmet sunmaya başladık. Bu ekibimizin liderliğinde, KPMG Global Lighthouse ağının bir parçası olduk. KPMG Türkiye olarak gurur duyduğumuz bir adım oldu.

 

Pandemi ile birlikte yükselişe geçen ve yükselişlerini sürdürecek öncü sektörler hangileri? Şirketler pandemi sonrası için nasıl bir hazırlık yapmalı?

Covid-19 salgın süreci devletlere, toplumlara ve iş dünyasına toplumsal sağlık ve yaşam sürekliliği açısından nelerin kritik ancak eksik olduğunu gösteren de bir süreç oldu ve olmaya devam ediyor. Bu çerçevede bazı sektörlerin salgın sonrasında ön plana çıkan ve yatırımcılar açısından yıldızı parlayan sektörler olacağını, bu nedenle de şirket evliliklerine daha çok konu olacağını söyleyebiliriz. Bu sektörler; sağlık ve sağlık sektörüne yönelik tedarik ve hizmet sağlayan yan sektörler, salgın hastalıklara karşı tıbbi araştırmalar yapan ilaç şirketleri ve araştırma kuruluşları, kişisel ve toplumsal hijyene yönelik üretim yapan şirketler, gıda sanayi, tarım ile bunlara ilişkin tedarik zincirleri, gıda perakendesi, iletişim teknolojileri ve telekomünikasyon.

Özellikle hem dünyada hem de Türkiye’de tedarik zinciri anlayışlarında önemli bir değişime tanık olunuyor. Bu değişimle birlikte değişime ayak uydurabilen şirketler vasıtasıyla konvansiyonel sektörler arasında yer alan üretim sektörünün öne çıkacağını öngörüyoruz. Özellikle bu dönemde toplumsal normallerin evrilmesiyle, uzaktan çalışmanın iş hayatlarına girmesi doğrultusunda kurumsal çözüm sunan bulut teknolojileri, e-ticaret, fintech ve oyun gibi teknoloji sektörlerinin de hızlı yükselişi sürecek ve geleceğin dünyasının temel taşlarını oluşturmaya devam edecek.

Organik büyümeyi sağlam yapı taşları üzerine oturtabilmiş ve güçlü sermaye ile desteklenmiş şirketlerin pandemi döneminden ve potansiyel kriz dönemlerinden görece daha güçlü çıktığını görüyoruz. İnovasyona, insan kaynağına ve Ar-Ge’ye yatırım yapan şirketler kriz dönemlerinde piyasadaki değişimlere daha hızlı adapte oluyor ve hatta piyasa dinamiklerinin belirleyicisi konumunda bulunuyor.. Özellikle know-how’ın aktarılması, çeşitlendirilmesi ve sistemleri besleyebilmesi adına insana ve uzmanlaşma alanlarına yapılan yatırımların da mühim olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle yatırım hedeflerini doğru seçen, doğru insan kaynağı ve Ar-Ge yatırımları yapan şirketlerin pandemi sonrasında da güçlü kalacağını söyleyebiliriz.

 

Dijitalleşmenin hızlanması verinin gücünü ve kıymetini arttırdı. Siz de yılın sonunda Lighthouse lisansı aldığınızı duyurdunuz. Lighthouse lisansı nedeniyle KPMG Türkiye’de yeni bir yapılanma oluyor mu? Hem globalde hem de Türkiye’de hangi fırsatların öne çıkmasını bekliyorsunuz.

21’inci yüzyılın, pandeminin etkisiyle, tam da şu sıralarda sıçrama noktasını yaşadığımıza inanıyoruz. Akıllı sistemler hayatımızın önemli bir parçası haline gelecek. Finans yönetiminden müşteri deneyimine, lojistik optimizasyonundan operasyonel riske kadar işimizin her parçasında yapay zeka çözümlerinin yaygınlaşacağı bir çağa girdik. Şirketler tüm stratejilerini veriden içgörü çıkarmaya yönlendirdi. Bir başka deyişle, veri yeni yüzyılın en kıymetli varlığı oldu. Bu gelişmeleri uzun süredir takip ediyoruz ve bu alanda oldukça büyük yatırımlar yaptık. KPMG, küresel ağı genelinde, önümüzdeki beş yılda, otomasyon, yapay zeka ve bulut tabanlı teknolojiler gibi geleceğimizi şekillendirecek dijital teknolojilere beş milyar dolarlık bir yatırım gerçekleştireceğini açıkladı. KPMG Türkiye olarak biz de küresel girişimlerle eş zamanlı bir şekilde, dönüşen iş dünyasındaki yeni ihtiyaçlara yanıt vermek adına Bilgi Teknolojileri Danışmanlığı kapsamında sunduğumuz hizmet portföyümüzü genişlettik. 160 kişilik profesyonel ekibimiz ile Bilgi Teknolojileri Dönüşümü, Yeni Nesil Teknolojiler ve Dijitalleşme, Veri ve Analitik, Teknoloji Etkinleştirme ve Siber Güvenlik hizmetleri olmak üzere beş farklı alanda hizmet sunmaya başladık. Bu ekibimizin liderliğinde, KPMG Global Lighthouse ağının bir parçası olduk. KPMG Türkiye olarak gurur duyduğumuz bir adım oldu.

KPMG Lighthouse ağının lisansını almak, küresel mükemmeliyet merkezinin bir ekibi olarak, danışman kadromuzun yetenekleri ve sunduğumuz hizmet ve çözümlerin, küresel olarak en iyiler arasında olduğu anlamına geliyor. Müşteri deneyimini geliştirme, verimliliği artırma, riski azaltma veya çevikliği artırma konularında, KPMG Türkiye Lighthouse ekiplerimiz müşterilerimize yardımcı oluyor. Sektörler genelinde de, veri strateji projelerinde ciddi bir yoğunluk olduğunu söyleyebilirim. Veri, yapay zeka ve gelişen teknoloji ihtiyaçlarına ek olarak, dijital dönüşümün karmaşık zorluklarının yine Lighthouse ekiplerimiz ile üstesinden geliyoruz. KPMG Lighthouse ekiplerimiz, küresel tarafta ve Türkiye’de, tüm projelerde birlikte çalışıyor. Hem KPMG Türkiye’deki ekiplerimizin küresel projelerde yer alması hem de Türkiye’de geliştirdiğimiz teknolojilerin ihracatı açısından önemli bir adım attık. Sadece kendi geliştirdiğimiz teknolojiler için değil aynı zamanda, Türkiye’deki tüm girişimcilere küreselleşme konusunda önemli bir fırsat sunuyoruz.

 

Fintech ekosistemimiz hakkındaki görüşlerinizi de çok merak ediyorum.

Genel değerlendirmeniz eşliğinde hem yatırım hem de inovasyon tarafında nasıl bir görüntü çiziyoruz? Küresel fintech ekosistemi ile karşılaştırıldığında avantajlı ve dezavantajlı olduğumuz başlıklar hangileri?  

Türkiye fintech sektörü genç oyuncuların yer aldığı hareketli bir alan. Farklı çözümlerin öne çıktığını gözlemlediğimiz sektörde startups.watch verilerine göre 400’den fazla farklı girişim yer alıyor. Birbirinden farklı çözümler sunan bu şirketler girişimcilik ekosisteminin de lokomotifi adeta. Bununla birlikte sektör henüz beş yaşında. Ödeme sistemlerine ilişkin mevzuatın çıkması ve faaliyet belgelerinin alınması sürecinden sonra 2015 itibarıyla çalışmaya başlayan bir sektör. Bu zaman zarfında sektör kendini bulma aşamasından geçti. Bence, olgunluk süreci içerisinde daha gitmemiz gereken çok yol var. Sektör henüz dağınık. Ancak gerekli regülasyonların sağlanması ve yeterli yatırım imkanları ile hızla gelişeceğini ve büyük oyuncular çıkaracağını rahatlıkla söyleyebilirim. KPMG ve H2 Ventures’ın birlikte hazırladığı dünyanın en yenilikçi fintech firmalarını kapsayan 2019 Fintech 100 raporunda sıralamaya Türkiye’den de iki şirket dahil oldu. Böyle umut verici gelişmeleri görmeye devam edeceğiz.

Bununla birlikte Türkiye’de fintech ekosistemi son beş yılda oldukça hızlı bir büyüme ve gelişim kaydetti. Bunu son yıllardaki pazar büyüklüğü ve yatırım rakamlarından da açıkça görmek mümkün. Startups.watch’tan alınan veriler 2020 yılında toplam 31 yeni fintech start-up’ı kurulduğunu gösteriyor. 2019 yılında bu değer 35 seviyesindeydi ancak bu küçük düşüşü pandemi koşullarına bağlamak mümkün. 2020’de FinTech Angel & VC yatırım anlaşmaları toplam 15 anlaşmayla 19,2 milyon dolar değerine çıktı. 2019’da ise bu rakamlar toplam 17 anlaşmayla 4,7 milyon dolar seviyesindeydi. Önümüzdeki dönemde genel anlamda yatırımların artmasını bekliyoruz. Dolayısıyla hızla gelişen bir ekosistemden bahsedebiliriz.

Startups.watch’ın yayımladığı rapora göre Türkiye’de 441 adet fintech girişimi bulunuyor. Bu girişimlerin hangi dikeylerde faaliyet gösterdiğine baktığımızda 140 tanesi ödemeler, 56 tanesi kripto para birimi ve blockchain, 48 tanesi ise bankacılık dikeyinde faaliyetlerini sürdürüyor. Küresel taraf ile karşılaştırdığımızda dikeyler bakımından küresel trendler ile paralel bir dağılım olduğu söylenebilir. Dünyadaki gelişmelere baktığımızda, KPMG’nin Pulse of Fintech raporundaki veriler 2020’de toplam 2 bin 861 işlemde 105,3 milyar dolarlık fintech yatırımı gerçekleştiğini gösteriyor. 2020’de dünya genelinde sektörden biraz bahsetmek gerekirse; dijitalleşmenin hızlanmasına paralel e-ödeme çözümleri ve temassız bankacılığa talebin arttığını, çok hızlı kullanıma giren e-ticaret platformlarının, dijital müşteri hizmetleri kanallarının ve e-cüzdanın müşteri davranışlarını kökten değiştirdiğini, dönüşüm çabalarını hızlandırmak isteyen kurumların büyüyen fintech yatırımları yaptıklarını ve ortaklıklar kurduklarını, olgun fintech ve bigtech’lerin coğrafi olarak büyümek veya tüketicileri için yeni değerler ortaya çıkarmak için birleşme ve satın almalara yöneldiğini gördük. Bu noktada küresel fintech ekosistemi ile Türkiye’nin fintech ekosistemini karşılaştırdığımızda arada çok büyük bir fark olduğu görülse de, gelişimin hızının oldukça umut verici olduğunu söyleyebilirim. Bununla birlikte Türkiye’de fırsatların da oldukça fazla olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle ödemeler, bankacılık ve finansman ve sigorta alanında fintech girişimlerinin artmaya devam edecek.

 

Son dönem regülasyonlar ve yeni lisansların çıkışı ile birlikte sektörde rekabetin artması bekleniyor. Süreç ve sonrası ile ilgili öngörülerinizi öğrenebilir miyim? Finans dünyasını nasıl bir gelecek bekliyor?

Geçen yıl regülasyonlar açısından oldukça fazla gelişmeye tanıklık ettik. Özellikle açık bankacılık alanında hazırlanan yasal düzenlemelerin ekosisteme genel anlamda fayda sağlayacağını söyleyebiliriz. Sadece geleneksel bankaların elinde bulundurduğu finansal verilerin üçüncü tarafların erişimine açılması kağıt üzerinde fintech’lerin oldukça işine yarayacak bir yasal düzenleme. Aynı şekilde kullanıcılar için de büyük bir rahatlık. Açık bankacılık sayesinde; bankalar tarafından tutulan müşteri finansal bilgilerinin (ödeme tutarları, yapılan harcama bilgileri, düzenli ödenen faturalar vb.) müşteriler tarafından verilecek izinler doğrultusunda üçüncü partilerin yani fintech şirketlerinin kullanımına açılması söz konusu. Örnek vermek gerekirse, geçmiş dönemlerdeki ve güncel finansal verilerinizi üçüncü parti yazılımlar/platformlar ile izninizi alarak paylaşıp, sizin için en iyi ve uygun finansal enstrümanlara ulaşabilmenizi mümkün kılacak. Sizin de belirtiğiniz gibi bu regülasyon şu anda beklenen rekabet ortamını oluşturamamış olsa da yakın gelecekte bunun değişeceğini söyleyebiliriz.

Bu yıl tanık olduğumuz yeni düzenlemelere baktığımızda, yukarıda da bahsettiğimiz açık bankacılığın tanımının yapıldığını, hesap bilgisi hizmeti ve ödeme emri başlatma hizmetinin yasal zemine kavuştuğunu, uzaktan müşteri edinimine yasal olarak izin verildiğini, karekod uygulamasının TR karekod standardına bağlandığını ve kimlik tespiti ve sözleşme süreçlerinin dijital olarak uzaktan yürütülebilmesine imkan tanındığını gördük. Bu gelişmelerin Türkiye’de 2021 yılından itibaren fintech alanında yeni girişimleri artıracağını daha da önemlisi tüketicinin gerçekten fayda sağlayacağı yeni/inovatif ürün ve hizmetlerin yaratılmasına olanak sağlayacağını söylemek yanlış olmaz.

Tüm bu gelişmeleri uzun vadede değerlendirecek olursak, finans alanında geleneksel olarak tanımladığımız, kurumlardan hizmetlere kadar her şeyin dijital bir eş değerinin var olmaya başladığı bir dönemdeyiz. Evet, şu anda geleneksel bankalar buna reaktif olarak ve halihazırda var olan kurumsal dayanıklılıkları sayesinde, iş birlikleri veya yeni yatırımlar ile ayak uyduruyor ancak müşteri perspektifinden baktığımızda, fintech’ler tarafından geliştirilecek özelleştirilmiş ve hatta kişiselleştirilmiş hizmetlere farklı dijital platformlar aracılığı ile ulaşabilecek olma imkanı önümüzdeki dönemde rekabetin artacağına işaret ediyor. 

 

En küçüğünden en büyüğüne çoğu şirketin aynı zamanda birer finansal teknoloji şirketine dönüştüğünü (dönüşmek zorunda kaldığı) görüyoruz. Adaptasyona ihtiyaç duyulan mevcut dijitalleşme sürecinde nasıl bir yol izlenmeli?

Finansallaşma olarak da adlandırdığımız bu süreçte artık şirketler kendi müşterilerine veya çalışanlarına, bankalar tarafından dışarıdan sunulan hizmetleri içeride kendileri sunmaya başladı. Dijital finansallaşma dönüşümü, küresel tarafta Apple, Amazon gibi şirketlerin müşterilerine sunduğu hizmetlere finansal hizmetleri de dahil etmesi ile gündemimize girdi. Bir diğer örnek Uber’in UberCash uygulaması. Bu süreç hızlanarak devam edecek.

Kurumların bahsettiğimiz dijital finansal dönüşümü başarılı bir şekilde uygulayabilmeleri, doğru alanlara yatırım yapmaktan ve doğru ortaklıklar kurmaktan geçiyor diyebilirim. Özellikle yeni fintech girişimleri ile şirketlerin iş birliğine gitmesi gerekiyor. Bu noktada “Fintech-as-a-Service” (FaaS) ve “Banking-as-a-Service” (BaaS) karşımıza çıkıyor. Bu altyapıya sahip fintech’ler kurumların bünyelerine finansal hizmetleri de katarak finansallaşmalarına olanak sağlıyor. Bu nedenle bu sürece adaptasyonun en hızlı yolunun bu yetkinliklere sahip fintech’ler ile iş birliğinden geçiyor.