Ekonomist & Araştırmacı Barış Yalın Uzunlu, Fintechtime Eylül sayısı için yazdı “Ölü Dillerden Kayıp Şehirlere: Yapay Zeka Geçmişin Sırlarını Çözmek İçin Nasıl Kullanılıyor?”.

“Yapay zekanın, günümüzde hem modern teknolojiler hem de tarihsel keşifler üzerinde nasıl büyük bir etki yarattığına dair heyecan verici bir dönemin içindeyiz. Arkeoloji ve dilbilim gibi geçmişi aydınlatan bilim dalları, bu gelişmiş teknolojiden yararlanarak kayıp uygarlıkları ve unutulmuş dilleri yeniden gün yüzüne çıkarıyor. Tarih boyunca 31.000’den fazla dil konuşuldu ve bu dillerin %80’inden fazlasının yok olduğu düşünülüyor. Yapay zeka, arkeologların ve dilbilimcilerin bu kayıp dillerin sırlarını çözmelerine ve eski metinleri tercüme etmelerine yardımcı olarak, geçmişin karanlık noktalarına ışık tutuyor.”

 

Ölü Dillerden Kayıp Şehirlere: Yapay Zeka Geçmişin Sırlarını Çözmek İçin Nasıl Kullanılıyor?

Yapay zekâ günümüzde en çok tartışılan teknolojilerden biri. Ancak bu devrim niteliğindeki araç yalnızca geleceği şekillendirmemizi değil, geçmişi de yeniden keşfetmemizi sağlıyor. İnsanlık tarihini gün yüzüne çıkarma çabası olan arkeoloji gelişen teknoloji ile birlikte yepyeni bir boyut kazanıyor. Bugün arkeologlar binlerce yıl öncesine ait dillerin sırlarını çözmek, kayıp uygarlıkların izlerini sürmek ve bilinmeyen coğrafyaların haritasını çıkarmak için yapay zekâdan yararlanıyor. Bu makalede, yapay zekânın arkeolojiye nasıl bir katkı sağladığını, bugüne kadar hangi önemli keşiflerin bu teknoloji sayesinde mümkün olduğunu ve gelecekte bu alanda neler bekleyebileceğimizden bahsedeceğim.

Şöyle: Tarih boyunca 31,000’den fazla dilin konuşulduğu, günümüzde ise bu dillerin %80’inden fazlasının yok olduğu düşünülüyor. Yazılı tarihin başından itibaren düşünsek bile bu binlerce dilde yazılan belki yüzbinlerce kaynağın toprak altında saklı olduğu anlamına gelir. 3,000 yıldan fazla bir süredir kimsenin konuşmadığı veya anlamadığı ölü bir dil olan Akadcayı düşünün. Dilin tam olarak anlaşılması, bu dilde yazılan yüzlerce yazılı kaynağın okunmasını sağlayarak yazılı tarihin ilk zamanlarına ışık tutabilir.

Yapay zekâ geçmişimizi keşfetmek amacıyla iki temel şekilde kullanılıyor. İlki, uydu görüntülerinin makine öğrenimi algoritmaları ile taranarak henüz keşfedilmemiş arkeolojik kalıntıların keşfine yardımcı olması. İkincisi de bu kalıntılarda ortaya çıkarılan yazılı tüm metinlerin (ölü diller de dahil) deşifre edilmesi.

2023 yılında yapılan bir araştırmada Roma İmparatorluğu’nun önemli yerleşim yerlerinden biri olan Güney Tunus bölgesinde çok sayıda arkeolojik kalıntının varlığı tespit edilmiştir. Çalışmada popüler bir makine öğrenimi yöntemi olan Random Forest kullanılmıştır. Benzer şekilde, yine 2023 yılında yapılan ve uydu verilerinden yararlanan bir çalışmada Maya arkeolojisi üzerine araştırma yapmak için kullanılabilecek ve derin öğrenme metotlarını kullanmaya müsait bir veri seti oluşturulmuştur. Bitmedi: Abu Dabi’de bulunan Khalifa Üniversitesi’nden araştırmacılar Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer çöl bölgelerinde arkeolojik kalıntıları tespit etmeye yarayacak, uydu görüntüleri ile makine öğrenimini harmanlayan bir metot geliştirmiştir.

Arkeolojik alanların tespiti işin ilk kısmı, nispeten kolay kısmı. Asıl hikâye ortaya çıkarılan kaynakları tercüme etmeye gelince başlıyor. Son yıllara kadar bu ölü dillerin tercüme edilmesi neredeyse imkânsız olarak görülüyordu, mümkün olanlar ise yıllar alıyordu. Meşhur Rosetta taşının şifresinin çözülmesi tam 23 yıl sürdü. Fakat artık elimizde son derece gelişmiş makine öğrenimi yöntemleri var ve bu yöntemlerin en iyi yaptığı şey olan “örüntü tanıma” ölü dillerin diriltilmesi için biçilmiş kaftan. Ayrıca, bu ölü dillerin olası kaynakları hakkında elimizde az da olsa bilgi varsa işimiz daha da kolaylaşıyor. Örneğin, her ikisi de ölü dil olan Ugaritçe ve Linear B’nin çözülmesi yıllar sürmüş fakat bu iki dilin İbranice ve Yunancanın ilk formlarından olduğunun bilinmesi çözümü mümkün kılmıştı. Kullanılan yöntem ise yapay sinir ağlarının en popüler yöntemlerinden biri olan Convolational Neural Networks (CNN) idi. Peki ya elimizde hiç bilgi yoksa? Noktalama işaretleri, boşlukların kullanımı vb. gibi bilgiler de eksikse? İşte bu metinler gerçek anlamda denetimsiz problemlerin mükemmel bir örneğidir.

Bu konu ne zaman açılsa herkesin aklına meşhur Voynich elyazması geliyordur ama Voynich henüz hiçbir algoritma kullanılarak çözülemedi. Yalnızca MIT araştırmacıları, geliştirdikleri bir yöntem ile dilin İbraniceye yakın olduğunu iddia ettiler ama bu da henüz kesinleşmedi. Mesele sadece yazı da değil, elyazmasında ne anlama geldiği bilinmeyen pek çok çizim de mevcut. Bu çizimleri birbirleri arasındaki ilişkiyi de açıklayabilecek şekilde analiz edecek yöntemler geliştirilmesi gerek (İncelemek veya üzerinde çalışmak isteyenler okurlar için el yazmasının eksiksiz bir kopyasının linkini ekliyorum).

Bu alanda da şaşırtıcı olmayan şekilde yine karşımıza DeepMind çıkıyor. Şirketin 2022 yılında Nature’da yayınlanan bir çalışmayla tanıttığı Ithaca isimli yöntemi zarar görmüş veya bazı kısımları eksik olan metinlerin deşifre edilmesi ve kaynağının tespit edilmesi amacıyla geliştirildi. Yöntemin eğitilmesi ise Packard Humanities Institute tarafından derlenen ve on binlerce sayfalık metinden oluşan Yunan metinleri kullanılarak yapıldı.

Yalnızca ölü dillerin diriltilmesinde değil, inanılmaz ölçüde zarar görmüş metinlerin okunmasında da büyük gelişmeler kaydedildi. Örneğin MÖ 79 yılında Vezüv yanardağının patlamasıyla tamamen kömür olan ve 1800’lü yıllarda keşfedilen Herculaneum elyazmalarının şifresi 3 öğrencinin geliştirdiği ve yapay zekaya dayanan yeni bir yöntem sayesinde çözüldü. Hikâye oldukça etkileyici: 2019 yılında metindeki mürekkebin “görülmesini” sağlayan bir yöntem keşfedildi. Daha sonra metnin binlerce x-ray taraması üzerinden makine öğrenimi algoritmaları eğitildi ve metindeki 2.000 harf okunabildi.

Hala gidecek çok yolumuz var. Henüz gizemi çözülememiş pek çok dil ve metin mevcut. Örneğin, 1700’lü yıllarda Paskalya adasında kullanılan Rongorongo. Örneğin, Bulgaristan’da keşfedilen ve 7.000 yıl öncesine kaydedilen Vinča sembolleri. Örneğin, İnka uygarlığının yazı sistemi olan ve çeşitli düğümler kullanılan Quipu. Varlığından bile haberdar olmadığımız uygarlıkların henüz gün yüzüne çıkmamış kalıntılarını tespit etmek ve yazılı tüm eserlerini “okuyabilmek” artık bizim için ulaşılabilir bir hedef. Geçmişimizden öğreneceklerimiz geleceğimize ışık tutacak ve yapay zekâ teknolojisi pek çok alanda olduğu gibi burada da en büyük yardımcımız.