Deloitte Türkiye Teknoloji, Medya ve Telekomünikasyon (TMT) Endüstrisi Lideri Metin Aslantaş ile Ocak 2025 sayısı için gerçekleştirdiğimiz röportaj yayında.

Bu yıl 19’uncusu düzenlenen Deloitte Teknoloji Fast 50 Türkiye 2024 programının kazananları ödüllerini aldı. Ödül Töreni sonrasında Metin Aslantaş ile bir araya gelerek değerlendirmelerini aldık. Türkiye’nin teknoloji ekosisteminin dinamiklerini gözler önüne seren önemli bir platform olan program, Türk teknoloji sektörünün küresel rekabetteki iddiasını güçlendirirken, fintech ve çevresel teknolojilerdeki yükseliş geleceğe dair umut veriyor.

 

Deloitte Teknoloji Fast 50 programının 19. yılına ulaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süre zarfında Türkiye teknoloji ekosistemindeki en belirgin değişimler neler oldu?

Deloitte Teknoloji Fast 50 programı ilk olarak 1995’te Deloitte tarafından Silikon Vadisi’nde hayata geçirildi. Günümüzde dünya genelinde yaklaşık 40 farklı bölgede yürütülen bir ölçeğe ulaşmış durumda. Deloitte Türkiye olarak biz de teknoloji sektöründeki büyümeyi teşvik etmek, yenilikçiliği ve Türk girişimcilerinin vizyonunu desteklemek amacıyla 2006 yılında programın Türkiye ayağını başlattık.

Yaklaşık 20 senelik yolculuğumuz kuşkusuz Türkiye’deki teknoloji girişimciliğinin gelişimine de ayna tutar hale geldi. Öncelikle şunu söylemek gerek; Türkiye’deki teknoloji ekosistemi, yeni yetenekler ve çığır açan fikirlerle beslenen, küresel etki yaratan bu değişim dönüşüm ortamında her yıl daha dayanıklı ve yaratıcı olmayı başarıyor. Şirketlerin sayısı hızla artıyor ve faaliyet gösterdikleri alanlar çok daha geniş bir çeşitlilik sergiliyor. Dolayısıyla ülkemizdeki girişimcilik kültürünün ve ekosistemimizin her yıl daha da güçlendiğini görüyoruz.  

Ekosistem açısından en önemli gelişmelerden biri kuşkusuz girişim sermayesi fonlarında görülen önemli artış. Sayısı 400’ü bulan GSYF’ler, startup’ların en önemli sorunu olan yatırımcıya ulaşma konusunda ciddi olanaklar sağlıyor. Tüm bu gelişmelerin yansıması olarak 2020-2022 yılları arasında iki adet “decacorn” üç adet de “unicorn” çıkarma başarısını gösterdik. Bu da yatırımcıların startup’lara ilgisini artırırken, girişimler için önemli bir bilgi ve deneyim birikimi sağlıyor.

Bildiğiniz gibi Türkiye programında ilk 50’de yer alan şirketler, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’nın en hızlı büyüyen 500 şirketini belirleyen “Deloitte Technology Fast 500 EMEA” programına doğrudan katılma hakkı kazanıyor. Son 10 yılda, Türkiye’den katılan Fast 50 şirketleri EMEA bölgesinde de önemli başarılara imza attı; EMEA Fast 500 sıralamasında birincilik kazanan iki şirketimiz oldu. Bu da ekosistemin geldiği noktayı göz önüne seren bir başka başarı öyküsüdür kanımca.   

 

Bu yıl listeye giren şirketlerde dikkatinizi çeken ortak özellikler nelerdi? Teknoloji şirketlerinin kaydettiği rekor büyüme oranını nasıl yorumluyorsunuz?

Listemizdeki şirketlerimizin belki de en dikkat çeken ortak yönleri cesaret ve kararlılıkları. Zorlu ekonomik koşulların olduğu bir ortamda girişimcilerin, bir fikri hayata geçirip yatırımcıları ikna ederek ürünlerini veya hizmetlerini pazara sunmaları, gelir elde etmeleri ve 4-5 sene gibi kısa sürede bu listeye girecek seviyeye ulaşmaları gerçekten büyük bir başarı. Bu süreç hem ciddi bir özveri hem de güçlü bir girişimci ruh gerektiriyor.

Teknoloji şirketlerinin kaydettiği rekor büyüme oranları ise bu cesaretin meyvesi olarak görülmeli. Yüzde 3 bin, 4 bin büyüme oranlarını görmek elbette etkileyici, ancak bu başarının arkasında büyük bir tutku ve azim var. Sermaye bulmanın zorlaştığı ve yatırım maliyetlerinin yüksek olduğu bir dönemde bile yüzlerce başvurunun gelmesi, girişimcilerin yenilikçi çözümler üretmeye ve global ölçekte başarı hikâyeleri yazmaya ne kadar kararlı olduklarını gösteriyor.

 

 

Son dönemde fintech, e-ticaret ve yazılım alanındaki başarıların listeye yansıdığını ifade etmiştiniz. Sizce bu sektörlerdeki büyümeyi tetikleyen ana faktörler nelerdir? 

Son birkaç yıldır gözlemlediğimiz finansal teknolojiler trendi giderek güçleniyor. Bu anlamda finansal teknolojilerin listede yer alma oranı önemli ölçüde arttı. Fintech ve tech fin şirketlerinin sayısının artış gösterdiğini net bir şekilde görüyoruz. Bu yükselişi bekliyordum, hatta bu trendin biraz geciktiğini de düşünüyorum.

Pandeminin de etkisiyle ticaret dijital bir dönüşüm geçirdi. Bu süreçte ortaya çıkan ihtiyaçlar ve değişen kullanım tercihleri bir fırsat doğurdu. Öte yandan bankalar ve finans hizmetlerinde de çok ciddi bir dijitalleşme hamlesi yaşandı, yaşanıyor. Bu dönüşümde hızlı refleks göstermek isteyen büyük şirketler de iş birliklerini artırıyor. 

 

Robotik, yapay zeka, enerji verimliliği ve çevresel teknolojiler gibi sektörlerin yükselişini nasıl yorumluyorsunuz? Bu sektörlerin gelecekteki potansiyeli hakkında neler düşünüyorsunuz?

Öncelikle yapay zeka şu an tüm dünyada en fazla dikkat çeken ve ilgi uyandıran yatırım alanı konuma gelmiş durumda. Önümüzdeki yıllarda da bu trendin katlanarak büyüyeceği ortada. Robotik de aynı şekilde yapay zeka, IoT gibi teknolojilerle ilişkili şekilde büyüme potansiyeli çok yüksek bir sektör. Listemizde bu alanda da birkaç ilham verici girişim var. Robotik ürün üretiyorlar ve bunu büyütebilmişler. Her zaman yenilenebilir enerji üretiminde özel ürünler çıkaranlar var. Kuşkusuz Türkiye’nin yenilenebilir enerjideki yol haritası bu şirketler için güçlü bir potansiyel sunuyor.

 

Türk teknoloji şirketlerinin küresel rekabette daha fazla yer almaya başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu başarıda Deloitte Teknoloji Fast 50 gibi programların katkısı sizce ne kadar önemli?

Deloitte Türkiye Teknoloji, Medya ve Telekomünikasyon (TMT) Endüstrisi Lideri Metin Aslantaş” Türkiye’deki teknoloji ekosistemi, yeni yetenekler ve çığır açan fikirlerle beslenen, küresel etki yaratan bu değişim dönüşüm ortamında her yıl daha dayanıklı ve yaratıcı olmayı başarıyor.”

 

Teknoloji sektörümüz son yıllarda çok olumlu ilerlemeler kaydediyor. Bunun başlıca nedenlerinden biri, girişimcilerin dünya çapındaki ihtiyaçlara yönelik çözümler üretme vizyonuyla hareket etmelerinde yatıyor. Yurt dışında çok önemli etkinliklerde firmalarımızın artan sayısı ve gördükleri ilgi gerçekten ümit verici. Ancak hala daha pazarımızı büyütmekte istenen seviyede değiliz. Buradaki ürünü İspanya’da, Portekiz’de, Fransa’da, Tunus’ta, Azerbaycan’da da satmak konusunda o adımı atmakta zorlanıyoruz.

Bu açıdan Fast 50 programımızın da belki de en heyecan veren yanı aslında yurt dışında sunduğumuz fırsatlar. Listeye giren 50 girişimi, EMEA bölgesindeki Fast 500 listesine dahil ederek, Türk şirketlerini uluslararası bir vitrine taşıyoruz. Böylece Avrupa’da, örneğin Paris’teki bir risk sermayesi yatırımcısı, “Türkiye’de böyle bir girişim varmış” diyerek dikkatini buraya çevirebiliyor. Sonrasında bizimle iletişime geçip bu girişimlerle iş birliği yapma veya onları destekleme konusunda kendilerini hazır hissediyor. Bu süreçte, listede yer alan şirketlerin ciddi finansman bulduklarını, ortaklıklar kurduklarını ve yeni iş birliği fırsatları elde ettiklerini gözlemliyoruz.

Zaten programın nihai amacı da listeye giren şirketleri uluslararası alanda tanıtarak, onlara yeni kapılar açmak. Bu girişimlerin her biri inanılmaz fikirler barındırıyor ve buraya girebilmek zaten en az dört yıllık bir geçmişe ve belirli bir olgunluğa ulaşmış olmaları anlamına geliyor.

 

Bu yıl ilk kez verilen Trendyol Teknoloji İhracat Ödülü ve Mastercard Fintech Özel Ödülü gibi ödüllerin sektöre olan etkisi ne yönde? Bu tür özel ödüller gelecekteki inovasyonları nasıl teşvik edebilir?

Bu yıl, Mastercard’ı programımızın yeni ortağı olarak ağırlamaktan ve uzun süredir ortağımız olan Meta ile geçen yıl aramıza katılan Trendyol ile yol almaktan mutluluk duyuyoruz. Program ortaklarımızla birlikte, Türk teknoloji şirketlerinin üstün başarılarını kutluyor, önemli katkılarını ve sektör üzerindeki canlı etkilerini vurguluyoruz. Program ortaklarımızın varlığı Fast 50’yi zenginleştiriyor, inovasyonu teşvik etme ve teknoloji ekosistemini destekleme konusundaki kararlılığımızı daha da ön plana çıkarıyor. 

Özel ödüllerimizin her zaman için önemli bir motivasyon kaynağı olduğuna inanıyorum. Çoğu startup için de ilham verici birer örnek teşkil ediyor. Bu yıl ‘Trendyol Teknoloji İhracat Ödülü’ ve ‘Mastercard Fintech Özel Ödülü’ olmak üzere iki yeni ödülü ilk kez sahipleriyle buluşturduk. Bu ödüller sürdürülebilirlik, inovasyon ve küresel erişim konularındaki dikkate değer katkıları gözler önüne seriyor.

 

Meta Teknolojide Kadın ödülü gibi kadın odaklı girişimleri destekleyen ödüllerin sektördeki kadın istihdamını artırma konusundaki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Teknoloji sektöründe kadın istihdamı sadece ülkemizde değil küresel çapta çok büyük oranlarda eşitsizliğin olduğu bir konu. Bu konuda TÜBİSAD ile hazırladığımız bir raporumuz bulunuyor. Rapora göre; yönetim ekibinde cinsiyet dengesi, karar alma süreçlerini, kurumsal yönetim ve finansal performansı olumlu etkiliyor. Buna karşın bugün S&P 500 şirketleri ve büyük teknoloji şirketlerinin orta seviye yönetim pozisyonlarının sadece yüzde 25’i kadın yöneticilerden oluşuyor. Dolayısıyla, Meta Teknolojide Kadın ödülümüz bu alanda iyi uygulamaları teşvik ederken, geleceğe yönelik bir vizyonun oluşturulmasına katkı sağlıyor.

 

Türkiye’nin teknoloji üretimi açısından küresel dinamiklere etkisini nasıl yorumluyorsunuz? Türk teknoloji şirketlerinin coğrafi avantajı nedir ve bu potansiyeli daha iyi değerlendirmek için neler yapılabilir?

Kesin olarak söylenebilecek bir şey var, Asya Pasifik ve Amerika ile kıyaslandığında EMEA bölgesi oldukça geride. Bu durum çok açık. Avrupa ve bu coğrafya genel olarak inovasyon açısından geri kalmış durumda. Bugün inovasyonun çıktığı ülkeler sayıca çok az ve ne yazık ki bu ülkelerin hiçbiri EMEA bölgesinde yer almıyor. Bu değerlendirme İngiltere’den Pakistan sınırına kadar uzanan geniş bir coğrafya için geçerli ve bu durumun ağırlığını her alanda hissediyoruz.

Ancak bu durum, hem olumsuz bir tablo çiziyor hem de büyük bir fırsat sunuyor. Çünkü bu bölgede güçlü ve yenilikçi bir fikirle ortaya çıkarsanız, büyük bir ilgi görme potansiyeli mevcut. Yatırıma ulaşma şansınız da artıyor.

Bu potansiyeli gerçeğe dönüştürebilmek içinse daha ‘core’ teknoloji üretebilen şirketlerin sayısı artmalı. Örneğin Türkiye’nin yarı iletken alanında adım atması kritik bir öneme sahip. Bugün otomotiv, beyaz eşya ve televizyon gibi ürünlerde kullanılan düşük maliyetli (1-3 dolarlık) çiplerin tamamı yurt dışından geliyor. Üstelik bu çipler, önceki nesil teknolojiler olsa da hâlâ geçerliliklerini koruyor ve bu alanda üretim yapmak görece düşük yatırımlarla mümkün.

Ne yazık ki Türkiye’deki bu alandaki yatırımlar oldukça sınırlı. Bugün çip üretimi büyük ölçüde ABD ve Çin’e bağımlı. Savunma sanayinde sınırlı da olsa çip üretimi yapılıyor, ancak bu alanda ciddi bir sermaye girişi ve devlet desteği gerekiyor.

Öte yandan özellikle 5G teknolojisi gündemdeyken, bu teknolojinin donanım altyapısını mümkün olduğunca yerli üretimle karşılamak büyük bir hedef olmalı. Kolay bir süreç değil; Çin’in bu konuda çok ileride olduğu bir gerçek. Ancak Türkiye’nin de bu alanda kararlı adımlar atması hayati önem taşıyor.

 

Deloitte olarak küresel ağınız ve bilgi birikiminizle teknoloji şirketlerini desteklemeyi sürdürüyorsunuz. Bu anlamda geleceğe yönelik planlarınız ve yeni projeleriniz neler?

Deloitte olarak gerek danışmanlık hizmetlerimiz gerek sektörel analizlerimiz ve raporlarımızla, teknoloji ekosistemimizi desteklemeye, küresel ölçekte kendilerini tanıtmalarına ve büyümelerine katkı sunmaya devam edeceğiz. Öte yandan Teknoloji Fast 50 Türkiye programının önümüzdeki yıl 20’ncisini düzenleyeceğiz. Çok daha büyük ve heyecanlı bir etkinlik planlıyoruz. Hem bir kutlama hem de 20 yılda teknoloji girişimi ekosistemimizin kat ettiği gelişimin bir özeti niteliğinde olacağına inanıyorum. Ama belki de en önemlisi, önümüzdeki 20 yıla dair de geniş bir perspektif sunmayı amaçlıyoruz.

 

Son olarak, genç teknoloji girişimlerine ve geleceğin Fast 50 adaylarına neler önerirsiniz? Başarıyı sürdürülebilir kılmak adına hangi adımları atmaları gerekiyor?

İlk sorunuza verdiğim yanıtta da değindiğim üzere; en önemli konu cesaret ve kararlılıktan ödün vermemek. Bir diğer konu küresel bir vizyon oluşturabilmek ve dış pazarları hedeflemek. Bir bölgede başarılı olabilmek için yalnızca teknik bilgiye (know-how) değil, doğru insanlarla bağlantıya (know-who) ihtiyaç var. Doğru kişilerin, “Bu ürün burada tutar” şeklinde rehberlik etmesi gerekiyor. Ancak bu kolay bir süreç değil. Bu nedenle, o bölgede Private Equity ve Venture Capital gibi yatırımcıların devreye girmesi önemli hale geliyor. Çünkü onlar, pazar dinamiklerini analiz ederek ürünün nerede başarılı olabileceğini öngörebiliyor.