Ülkemize iş ve aş sağlayacak özel sektör ve kamu projelerinin gerçekleşmesi için en önemli ihtiyaç uygun finansmanın bulunmasıdır. Zaten faiz düşüşü isteğimizden kastımız da finansmanın maliyetini düşürerek yatırımların önünün açılması değil midir?
Bugün ülkemizin cazibesini arttıracak kamu ve özel sektör projeleri kamu maliyesinin dolaylı ve direk mekanizmaları ve bankalarımızın sermaye yeterliliğinden dolayı tükenmekte olan imkanları ile belirli ölçüde gerçekleştirilebilmektedir. Ancak 2023 ve 2035 hedeflerimiz için, orta gelir tuzağına düşmemiz ve genç istihdamı arttırmamız için bundan fazlasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkemizin özkaynak ve tasarrufları ile finasman imkanları dışında başka ulusların zenginlik ve finans imkanlarını çekecek bir merkeze duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır.
İşte bu ihtiyaç görülerek şevkle yola çıkılan bir finans merkezin oluşturulması için 2009 yılında yasalaşan ve Ataşehir’de yer tahsisi yapılan ‘İstanbul Uluslararası Finans Merkezi’ (İUFM) projesi kullanılmadık bir kapasite olarak karşımızda yükselmektedir. Üstelik de böyle bir merkeze duyulan ihtiyaç artık elzem seviyeye gelmiştir. Ancak artık binaların yükselmeye başladığı 2016 yılında bu konu hala ‘eğitim şart’ tadında ele alınıyor ve kamu/özel kim konuşsa ‘finans merkezi’ şart diyor. Ancak ilan edilen Ataşehir’deki merkezin ‘Uluslararası’ nitelikte olması için gereken adımların halen atılmadığını görmekteyiz. Korkarım ki böyle giderse Ataşehir’deki uluslararası finans merkezimiz geleceği açıklanan yerli kurumlarımızla bizbize herhangi bir güzel ofis bölgesi olacak. Bu doğru düşünülmüş proje hayata geçemeden binalar yerli kurumlarla dolacak ve bu potansiyeli heba edeceğiz.
Ülke ekonomisine park edecek yeni sermaye, yeni oyuncular ve enstrümanlar lazım.
Faizler daha da düşmeli mi? Kesinlikle evet. Ancak düşen faizlerle beklenen doping gelir mi? İşte işin ince noktası burası. Bankaların düşen sermaye yeterlilik oranları ile ve sistemde mevduatların kredileri geçmesi ile büyük projelerin içinde yaşayacağı derinlikte su kalmamaktadır. Bankaların ilave kredi verme imkanları bu sebeple azaldı. Mevcut büyüklüğü çevirebiliyorlar. Halihazırda kredi kompozisyonlarını değiştirerek hareket edebiliyorlar. Bankalarımız bu durumları ile ülkemizin büyümesine artık kaldıraç etkisi yaratma kabiliyetleri düştü. Düzenlemelerle ilave alan yaratılabilir ancak bu durumda da finansal güçlülükten tavizler sözkonusu olabilecektir. Diğer yandan yıllık yüzde 10 seviyelerine düşen özkaynak karlılıkları ile bankaların 1 liralık batığa karşı 30 lira yeni kredi vermeleri gerekiyor bu da yeni projeleri ele alırken kılı kırk yarmalarına yol açıyor. Şu an konvansiyonel sistemin olanakları bu. Dolayısı ile faizler düşse de gerek düşen sermaye yeterliliği sebebiyle gerekse de düşen karlılıkları ile eski kaldıraç etkisini görmemiz zor. Ancak bir senelik bir pencere sağlayabilirler. Yoğurdu da üfleyerek yemek isteyeceklerdir. Bize taze para, yeni kurum ve enstrüman çeşitliliği lazım. Bu yeni paranın bir kısmı ya ülke içinden henüz bankalara akmamış olanlar tetiklenerek sermaye piyasaları yoluyla gelebilir ki ki burada gidilecek yol sınırlıdır. Daha çok fonlama kompozisyonu iyileştirici etkisi olabilecektir.
Asıl olan ise bizim taze para sermayeyi ve uluslararası kaldıraçları da kullanarak sokmamızdır. Bu ancak finans zanaatkarlarını ülkemize çekme cazibesi yaratarak sürdürülebilir şekilde olur.İstanbul uluslararası finans merkezine yerleşen dünya oyuncuları ülkemizin firmalarını tanımaya ve çalışmaya başladığında gerçekleşebilecektir. Firmalarımız bu sayede fonlama konusunda sınırlı türk finans mutfağı birikim ve çeşitliliği ile değil dünya mutfağının çeşitliliği ve imkanları ile tanışır ve finansal okuryazarlıkları artar. Ancak bu karmadan beklenen netice elde edilir. Arz arttığı ve çeşitlendiği için maliyetler düşer yatırımların önü açılır. Bakın örneğin IFC ve EBRD’ Türkiye’de ofis açtı. Türk firmalarını tanıdı ve geniş biçimde imkanlarını kullandırıyor. Firmalarımızda uluslararası fon ve enstrümanlar ile görece ucuz biçimde projelerini fonlarken iş yapma kültürlerini genişletiyorlar. Kurumsallaşıyorlar ve finansal okur yazarlıkları artıyor. İUFM Ataşehir yabancı 1500 finans ve sermaye piyasası şirketine ve aracılık kuruluşuna ev sahipliği yapabilir. Bunun yarattığı ivme ile ülkemizde ilgi bekleyen pekçok girişim ve yatırımın önü açılacaktır.
Neden Uluslararası bir Finans Merkezimiz hala yok
İstanbul tarihi boyunca güçlü bir imparatorluğa başkentlik yapması ve konumu nedeniyle önemli ticaret yollarının geçiş noktası olduğu için güçlü bir ticaret merkezi oldu. Ancak hakettiği bir finans merkezine hiç kavuşamadı. Galata bankerleri, vakıfların finansal enstrümanları vs.,Ziraat Bankası falan hiç demeyin. Tarih boyunca finansla ilişkimiz devletin borç istediğinde ulaştığı tek yönlü ilişki sağlayan bir enstrüman oldu. Bunda özel sektör gelişiminin özendirilmemesi, imparatorluğun/cumhuriyetin ihtiyacı olduğunda tüm kaynakları tüketmesi, vb birçok neden sayılabilir. Nedenler her ne ise sonuçta İstanbul kapital merkezlerinden biri olamadı. İnsanımız parayla ve finansla uğraşmadı. Dolayısı ile bu topraklarda finans zanaatkarları yetişmesi mümkün olmadı. Bizim finansal okur yazarlığımız halen daha mevduat ve kredi seviyesindedir.Yani kuru fasülye ve pilav. Yıllardır bankacılarımız aynı yemeği pişirir biz de hiç bıkmadan onu tanır onu yeriz. İkisinin de hesabını bilmeyiz. Okullarımızda faiz ve kredi hesapları yalnızca üniversitelerin ilgili bölümlerinde okutulur. Halbuki daha ilkokulda maksimum ortaöğrenimde bu hesapları herkesin öğrenmesi gerekir. Çünkü insanın parayı nasıl kullanacağını bilmesi temel yetkinliktir. Herkese tüm hayatı boyunca lazım olacak az sayıdaki yegane bilgi finansal matematiktir esasında. Harçlıklarını veya maaşını nasıl en iyi şekilde değerlendireceğimizi veya krediye ihtiyacı olduğunda nasıl en iyi şekilde karşılayacağımızı, bir işe sahip olduğumuzda karın nasıl oluştuğunun dinamikleri bize anlatılmaz ve bunlardan hesaba çekilmeyiz. Halbuki yaşam boyu hangi işi yaparsak yapalım ihtiyaç duyacağımız bilgilerdir bunlar.