Ekonomist & Araştırmacı Barış Yalın Uzunlu, Fintechtime Haziran sayısı için yazdı “Kış kapıda!”

Bugünlerde yapay zekâ ile kuantum teknolojileri en sevdiğimiz iki çocuğumuz gibi. Her ikisini de doğduklarından beri ayrı bir yerde tutuyoruz. Yapay zekâ milyonlarca insanın hayatına dokunurken kuantum teknolojileri tam bir Nobel mıknatısı haline gelmiş durumda. Fakat ne kadar üzerlerine düşersek düşelim, büyüyüp gelişene kadar sayısız hastalık geçiriyorlar. Atlatırlarsa, bağışıklık kazanıp daha da güçleniyorlar. İşte bu ölümcül hastalık dönemlerinde teknoloji dilinde “kış” diyoruz ve yapay zekâ bunlardan iki tane atlattı. Ben kuantum teknolojileri için de havanın yavaş yavaş soğumaya başladığını düşünüyorum. Bu yazı bunun temel sebebi hakkında…

 

Kış kapıda!

Bugünlerde yapay zekâ ile kuantum teknolojileri en sevdiğimiz iki çocuğumuz gibi. Her ikisini de doğduklarından beri ayrı bir yerde tutuyoruz çünkü ilki daha kaliteli bir hayat sürmemizi sağlarken ikincisi ise yeni ufuklara yelken açmamızı sağlıyor. En fazla emeği onları geliştirmeye harcıyoruz çünkü parlak bir gelecek vaat ediyorlar. Yapay zekâ milyonlarca insanın hayatına dokunurken kuantum teknolojileri tam bir Nobel mıknatısı haline gelmiş durumda. Fakat ne kadar üzerlerine düşersek düşelim, büyüyüp gelişene kadar sayısız hastalık geçiriyorlar. Bunların büyük bir çoğunluğu önemsiz, bir kısmı ise maalesef ölümcül. Atlatırlarsa, bağışıklık kazanıp daha da güçleniyorlar. İşte bu ölümcül hastalık dönemlerinde teknoloji dilinde “kış” diyoruz ve yapay zekâ bunlardan iki tane atlattı. Ben kuantum teknolojileri için de havanın yavaş yavaş soğumaya başladığını düşünüyorum. Bu yazı bunun temel sebebi hakkında.

Yapay zekânın ilk kış dönemi 1974-80 yılları arası. İlginin azaldığı, yatırımların durma noktasına geldiği, umutsuzluğun alıp yürüdüğü karanlık bir dönem. Yardıma “expert systems” koştu. Bu yöntemler öyle bir hava yarattı ki, kısa zamanda insan zekâsını aşan sistemler geliştirileceği beklentisi oluştu. Yakınından bile geçemeyecekleri anlaşıldığında ise, yeni bir kriz patladı ve ikinci kış dönemine “merhaba” dedik.  1987-1994 dönemleri arası. Bu sefer de imdadımıza “neural networks” yetişti. Altını çizmekte fayda var, her iki kurtarıcı da akademi dünyasının bize hediyesi. Yapay zekâ bu dönemlerden güçlenerek çıktı ve günümüzde geldiği nokta hepimizin malumu.

Her iki krizin de sebebi aynıydı: Şişirilmiş beklentilerin bolluğu. Amiyane tabirle “hayal satmak”. İşte kuantum teknolojileri de günümüzde aynı dertten muzdarip.

Bunlara çarpıcı bir örnek vereyim: Kuantum teknolojileri küresel ısınma sorununa çare bulacak. Tabii ki bulamayacak. Küresel ısınmayı tersine çevirmek istiyorsak temiz enerjiye yönelmemiz ve ormanlarımızı yok etmememiz yeterli. Ozon tabakası kendi kendini tamir etme özelliğine sahip. Başka hiçbir şey yapmaya gerek yok.

Bir başka fantastik beklenti örneği daha: “Kuantum teknolojileri sayesinde ışık hızını aşıp evreni kolonileştireceğiz”. Gerçek şu ki, evrenin çok büyük bir bölümüne asla ulaşamayacağız. Hubble yasasına göre evrenin genişleme hızı uzaklık ile doğru orantılıdır ve bu evrenin uç noktalarında ışık hızını da aşar. Solucan deliklerine tutunmayalım, onlar yalnızca teoriden ibaret. Şu ana kadar tek bir tanesi bile tespit edilemedi. Işınlanma desek, adı üstünde, ışık hızıyla gitmekten bahsediyoruz. Bugün dünyadan ışınlansak, sadece kendi galaksimizin etrafını dolaşmamız 300,000 yıl sürüyor. Evrende bizim galaksimiz gibi milyarlarcası var. Daha fazla söze gerek yok sanırım.

Şimdi de makul bir beklenti örneği vereyim: Kuantum bilgisayarları dünyayı değiştirerek yeni bir düzen kuracak.

Bu daha akla yatkın çünkü dünyayı değiştirmek sanıldığı kadar zor değil. Tek başına buhar makinesinin icadı bunu başardı. Nükleer füzyon bunu başardı. Atom bombası üretildi ve sonrasında dünya asla eskisi gibi olmadı. İnternetin icat edilmediği zamanları hatırlayın. O günlerden geriye ne kaldı? İnternet dünyamızı değiştirmekle kalmadı, yepyeni sanal bir dünya yarattı. Kuantum teknolojilerinin dünyayı değiştirme potansiyeli ise çok daha büyük. Açıkçası, yalnızca şifreleme alanında vaat ettiklerinin küresel finans sektörüne etkileri dünyamızı tepetaklak etmeye yeter de artar.

Rakamlarla konuşayım:

  • 2023 sonu itibariyle yalnızca ABD ticari bankalarında 17,4 trilyon dolarlık mevduat bulunuyor. Bu tutar ABD’nin 2023 yılı GSYH’sinin %64’üne eşit.
  • Yine 2023 sonu itibariyle küresel kripto para piyasasının değeri 1,7 trilyon dolar. Türkiye’nin GSYH’sinden daha büyük.
  • 2023 yılında dünyada her gün ortalama 19 milyar dolarlık Bitcoin işlemi yapılmış. Bu rakam 2021 yılı başında 179 milyar dolara kadar çıkmış. 2020-2024 ortalaması ise günlük 30 milyar dolar.

Para da, menkul kıymetler de, kıymetli madenler de her ne kadar fiziki olsalar da günümüzde finans piyasası neredeyse tamamen dijitalleşmiş durumda.  Tüm bu kayıtlar dijital ortamda şifrelenerek korunuyor. RSA gibi asimetrik şifreleme yöntemlerinin henüz olmasa da gelecekte kuantum bilgisayarlarının tehdidi altında olduğunu biliyoruz. Bu savı destekleyici pek çok bilimsel çalışma mevcut. Kuantum ataklarına dayanıklı olduğu söylenen ve gerek bankalar gerekse kripto paraların şifrelenmesi için kullanılan bazı asimetrik yöntemlerin ise tehdit altında olup olmadıkları belli değil. Demem o ki, NIST boşuna çalışmıyor.

Bir an için hayal edelim: Kuantum bilgisayarlarının kanayan yarası fault-tolerance problemi çözülmüş, yüzlerce entegre kübitten oluşan sistemler konvansiyonel bilgisayarlarla oluşturulan tüm şifreleme yöntemlerini alt edecek duruma gelmiş. Ve maalesef, bu sistemler yetersiz düzenlemelerin açıklarını kullanan art niyetli insanların kontrolüne geçmiş. Borsalar birbiri ardına çökmeye başlamış, milyarlarca hatta trilyonlarca dolarlık hesaplar çalınmış, “batmayacak kadar büyük” bankalar domino taşı gibi devrilmeye başlamış. Çaresiz kitleler 2008 küresel finans krizini, hatta Büyük Buhran dönemini mumla arar duruma gelmiş. Nasıl bir kaos çıkar acaba? İşte bu distopik ama olası bir gelecek senaryosu. Gerçekleşirse yaratacağı etkinin dünyayı değiştiren icatlarınkinden kat be kat büyük (ve yıkıcı) olacağı şüphesiz.

Duymak istediğimiz şey, kuantum teknolojilerinin bütün hayallerimizi gerçekleştireceği. Enerji kıtlığı, açlık, gelir eşitsizliği gibi sayısız kördüğüm olmuş probleme çare olacağı. Bütün sorunlarımızı çözeceği. Tıpkı Neuromancer’ı okurken kendimizi siber punk bir dünyada hayal etmemiz gibi. Duymak istemediğimiz ise gerçeklerin çok daha mütevazı olduğu.

Sivri dilli Alman parçacık fizikçisi Sabine Hossenfelder “The Quantum Bubble Is About To Burst” başlıklı videosunu kuantum kışını iple çektiğini söyleyerek bitiriyor. Katılmamak elde değil. Kış gelsin, gelsin ki er meydanı bilim insanlarına kalsın. Bildiklerimiz, daha fazla ilerlememiz için yeterli değil. Gelecek vadeden 5 yaşındaki bir çocuğu Şampiyonlar Ligi’nde oynatıp bir de gol kralı olmasını beklemek saflık olur. Kuantum teknolojileri balon değil, patlamayacak, ama göz önünden çekilip sinsice yoluna devam edecek.

Dönüşü ise muhteşem olacak.