Echo Bilgi Yönetim Sistemleri A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı

Nevzat Aslan    

 

Echo Bilgi Yönetim Sistemleri A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Nevzat Aslan, Fintechtime okurları için kaleme aldı “Baba Ben Liberteryen Oldum!”.

Şimdi tam zamanı! Korkmadan, başkalarından duymaya çalışmadan, kulağımıza fısıldanmasını beklemeden bireyler ve kurumlar olarak ekosistemler kurmalı ve birlikte anlamaya çalışmalıyız.

 

KİŞİSEL GİDİŞİM

Hadi gelin bu kez de diş macununu ortadan sıkar gibi gireyim konuya. Üniversitelere konuşmalara, söyleşilere gidiyorum davet aldıkça. Varsa bende tabi! edinilmişliklerimi paylaşmaya gayret ediyorum. Çabam biraz olsun fayda sağlayabilmek. Son konuşmamı Haliç Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Kulübü Haliç EMK tarafından düzenlenen Liderlik ve Yönetim Zirvesi’nde gerçekleştirdim. Hayli keyifli bir sohbetti. Gelen sorulara yanıtlarımı bir saate sığdırmaya çalıştım.
İş hayatı, yaşam, teknoloji ve sistem üzerine duymaya alışık olunanları duyamadılar benden arkadaşlarım maalesef.

“Kişisel Gelişim” safsataları değil “Kişisel Gidişim” di anlatmaya çalıştığım…

Umarım herkesin zihninde, o peşine düşeceği kelimeyi, cümleyi, uyanışı tınlatabilmişimdir.

Neler mi konuştuk?

Alan Watts, Tersine Yasa, Montesquieu , Para & Mutluluk & Başarı Paradoksu, Mutluluğun Formülü, İlk İş Yalanı Aforizmam “kağıttan klavye”, Özür, Manifestom, Podcast, Eğitim Sistemi, Öğretiler, Yaşam ve İş Hayatı Üzerine Safsatalar, Özgür İrade, Manüpilasyon, Sistemin Arzuları, Duygusal Bağ, Güç – Azim – Kararlılık – Merak, Finansal Özgürlük Aslında Nedir?, Hayatı Hedge Etmek, Ego – Hatalar – Bahaneler, İletişimin Gücü, Konfor Alanı, İş – Tutku – Uhrevi Çile Üçlemesi, Teknoloji, Bilinmeyen Meslekler, Olaylar Karşısında Beynin Gerçek Tavrı, İnisiyatif Almak, Title Bağımlılığı, Sorunlar, Verimlilik…

Bolca zihinsel aikido yaptık!

Bu sohbet üniversitelilere idi. Bu yazımda da gelin biraz da ebeveynler üzerinden sohbet edelim.

 

NEYİ BİLMEDİĞİNİ BİLMEK

Şu an bilinen mesleklerin 3’te 2’si yakın gelecekte var olmayacak. Arkadaşlarıma aktardım. “Uzaktan size doğru sert bir cisim yaklaşıyor farkettiniz mi? Atın üzerinizde şayet varsa ölü toprağını, kalıplarınızdan çıkın ve hiç kimseyi din le me yin! Aklınızı kiraya vermeyin.

Okuyun, merak edin, araştırın ve hayal edin. Halüsinasyon görmeyin hayal edin. İstikrarlı hayal evet hakikattir. Evet Hakikate dönüşür. Sizi gerçekleştirmeye kitler.”

Aslında çoğu arkadaşımın bakışlarından ve söylemlerinden anladığım kendi adlarına dertleri olmadığı. Egoları yok çünkü bilmedikleri, bilinmeyenleri ile ilgili. Gayet huzurlular. Çünkü insanın neyi bilmediğini bilmesi, bunu kabul etmesi içindeki bilinmeyeni araştırma dürtüsünü uyandırıyor. Bu dürtü onu geleceğe, bilinmeyene hazırlıyor. Bunun farkındalar.

Ebeveynlere dönecek olursak. Peki bu mesele sadece onların meselesi mi? Tabii ki hayır. Tam da kırılmanın göbeğindeki bu değişimi derinden yaşayan ve yaşayacak, eski ile yeni arasında yeterince esneyemediği için belki kırılacak, bazen sıkışacak, ama sonunda evrilecek olan ebeveynlerin de asıl meselesi.

Yarın öbür gün oğlum/kızım bana gelip, “Baba ben akşam yokum. Liberteryen dostlarımla Metaverse de kendi kurduğumuz bağımsız ittifakta yeni nesil örgüt modelimiz olarak benimsediğimiz adhokrasi kavramını tartışacağız” dediğinde ne yapacağım?

Ona sadece, “Oğlum/Kızım, çıkarken anahtarını al. Biz annenle yatmış oluruz, kapıyı çalma” mı diyeceğim?

Yanıt: Off baba odamda olacağım zaten Metaverse dedim ya!

Aksine bizzat ebeveynlerde sorumluluk almalı. Tutkulu, yaratıcı ve türünün geleceğine destek olma isteğiyle motive olan bir toplum oluşturmalıyız.

 

YAŞAM BOYU ÖĞRENCİ OLMAYI ÖĞRENMEK

Yine tırnak içerisinde “Eğitim” peki? Okulların çocuklara, nasıl yaşam boyu öğrenci olacaklarını öğretmesi gerekiyor. Meraklı ve araştırmacı olmalarını sağlayacak müfredat gerekli.

Yüksek teknoloji içeren makineler, robotlar ve otomasyonun geleceğin iş yaşamındaki rolü tabii ki tartışılamaz. Yine de okul ve üniversitelerin; insana özgü, makineler tarafından kopyalanmasının çok zor olduğu sosyal ve duygusal zekâ, yaratıcılık, ortak çalışma, soyut düşünme, karmaşık iletişim becerileri ve farklı ortamlarda başarılı olma yetenekleri gibi özellikleri öğrencilere kazandıracak şekilde değişime gitmesi gerekiyor.

Peki tüm bunlar yapılabilir mi? Kesinlikle yapılabilir. Hatta kolay olan tüm bunları yapabilecek güçte olmak. Bu potansiyel fazlasıyla bizlerde mevcut. Asıl zor olan ve mücadeleye konu durum tüm bunları yapabilecek olanları engelleyecek düşünce yapısını kırmak. Değişime ayak sürümeyecek değişime ayak uyduracak bir düşünce yapısına geçiş yapmak! Her şeyden çok odaklanmamız gereken esas konu budur bence.

Bildiğimiz üzere gelişmenin, kalkınmanın, güçlü bir bilgi toplumu olmanın temel unsurudur eğitim. Ülkemiz açısından bakıldığında da genç nüfusumuzun nitelikli insan gücü yaratmak için bir fırsat olduğu düşünüldüğünde, nitelikli eğitimin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Geriye dönüp bakmak yeterli.

15. yüzyılda Avrupa karanlık dönemlerini yaşarken, İslam dünyası matematik, felsefe, fizik, astronomi gibi ilimlerde öncülük etmiyor muydu?

 

PEKİ BİZE NE OLDU?

Ne oldu biliyor musunuz; eleştirel düşünme yapısını kaybettik, farklı düşünce yapılarını reddettik.

Eleştirel düşünme; bireylerin amaçlı olarak ve kendi kontrolleri altında yaptıkları, alışılmış olanın ve kalıpların tekrarının engellendiği, ön yargıların varsayımların ve sunulan her türlü bilginin sınandığı, sorgulandığı ve farklı yönlerinin, açılımlarının, anlamlarının ve sonuçlarının tartışıldığı, fikirlerin çözümlenip değerlendirildiği, akıl yürütme, mantık ve karşılaştırmanın kullanıldığı ve sonucunda belirli fikirlere, kuramlara veya davranışlara varılan düşünme biçimidir.

Eleştirel yapı olmadığı takdirde gelecek nesillerimizin alacakları eğitimin de bir anlamı olmadığını bilmemiz gerekiyor.

 

NEREDEN BAŞLAYACAĞIZ?

Yakın zamanda heyecanla edinip merakla okuduğum Sayın Dr. Fatoş Karahasan’ın “Açılın Gençler Geliyor” adlı kitabında geniş kapsamlı bir çalışma sonucu yer verdiği istikbalimiz olan gençlerimiz ile ilgili istatistikler mesela.

Gençlerin yüzde 55’i eğitim aldığı alanda çalışmak istemiyor. Yüzde 89’u yabancı dil bilmiyor. Yüzde 72’si okul kütüphanesi kullanmıyor, Yüzde 27’si çalışmayı düşünmüyor. Yüzde 88’i spor yapmıyor. Yüzde 83’ü cinsellik eğitimi almamış. Yüzde 95’inin pasaportu yok. Yüzde 98’i STK üyesi değil. Devam edelim; sadece yüzde 36’sı yapay zekâ konusundan haberdar.

Ülke olarak kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Biz değilsek, kim? Şimdi değilse, ne zaman? Sanayi, endüstri, otomotiv, bilim, bilgisayar vb. teknolojilere hep geç kalmadık mı? Her şeyi devletten bekleyen bir nesilden gelmedik mi?

Gençler zamanın ilerisinde düşünmekten, zamanın ilerisinde işler yapmaktan imtina etmemeli, düşünmeyi bırakmamalı. Zamanın ilerisinde işler yapmak çoğunlukla zamanı gelmediği için bazılarınca kabul görmüyor olabilir. Ama biz onu düşlemedikçe geleceği tasarlamadıkça ona ulaşmayı hedeflemedikçe hiçbir zaman zamanı gelmeyecektir. Bu bakış açısında gelecek hep zıplayarak ulaşma ihtimalimiz olmayan gökyüzü olarak orada kalacak, hiçbir zaman ağaçtaki elma olmayacaktır.

 

MESELE BİLİM OLMALI!

Asıl meselemiz ne zaman eğitim ya da teknoloji olacak? İyi insan/ahlaklı insan olmak, bilgi toplumu olmak… Ne zaman bilim olacak asıl meselemiz? Ülkeler ekonomilerini böyle inşa ederler. Sadece İnşa”at” etmezler! Sanıldığı gibi dövizden, altından, borsadan, faizden bahsederek ülkeler ilerlemezler. Ülkeler bina yaptık diyerek büyümez, gelişmez, kalkınmazlar. Ülkeler bilimle ilerlerler.

Ülkeler teknoloji yaratabilecek bilimsel çalışmalar yaparak, bilim insanı yetiştirerek, yetiştirdikleri bilim insanlarına kendi ülkelerinde imkân vererek, birilerinin önümüze koyduğu adeta dayattığı yeniliğe ayak uydurmak yerine yeniliği bizzat ortaya çıkaracak potansiyeli körükleyerek, özgün üreterek ilerlerler, böyle kalkınırlar.

Bırakalım artık yarını için paraya odaklanan ticari kafayı, geleceği için faydaya odaklanan teknolojik girişimci kafasına geçelim.

 

BÜYÜK YIKIMA HAZIR OLUN!

Tsunami geliyor… Yeni bir dünya düzeni oluşuyor. Öyle, “Şemsiye açayım, ben ıslanmayayım” demek yok. Saçımızın telinden, ayak tırnağımıza kadar ıslanacağız. Her şeyi yıkıp geçecek, yeniden dizayn edecek bu tsunami… Bireylerin, kurumların, en başta da devletlerin buna hazırlıklı olması gerekiyor.

Gelinen noktada tırnak içerisinde “iş” kavramının amacının; kişisel ve insanlık gelişimine teknolojik, entelektüel ve yaratıcı açıdan katkıda bulunmak olması ve tanımının yeniden yapılması da şart. Tabii beraberinde teknolojiyle ortaya çıkan değişimlerin yok ettiğinden daha fazla iş oluşturup oluşturamayacağı veya geleneksel iş becerilerinin yeni ve daha değerli işler doğrultusunda geçerliliğini koruyup koruyamayacağı konusunda soru işaretlerimiz yok değil.

 

DİSTOPİK FİLM SENARYOLARINI UNUTALIM ARTIK!

“Yeni Dünya Düzeni” diyorum evet. Distopik film senaryolarını unutalım artık. Bilimin, teknolojinin, otomasyonun olumlu egemenliğinden sıklıkla duymakta olduğumuz kavramlardan bahsediyorum.

Patlamış mısır ve içeceklerimizi alarak seyirci mi kalacağız? Sorumluluk alarak bu filmde rol kapmaya mı çalışacağız? Karar vermek için öyle çok fazla vaktimiz yok. Çünkü devrimler arasındaki geçiş süresi gitgide kısalıyor. Bugün sanki onlar hep hayatımızda varmışçasına hunharca kullandığımız,tükettiğimiz teknolojilerin birçoğu bundan sadece 10-15 yıl önce yoktu.

Şimdi tam zamanı! Korkmadan, başkalarından duymaya çalışmadan, kulağımıza fısıldanmasını beklemeden bireyler ve kurumlar olarak ekosistemler kurmalı ve birlikte anlamaya çalışmalıyız.

Bu ekosistemi/ekosistemleri oluşturan paydaşların da başta inanç, merak, sürekli yıllar süren odak ile öğrenme, öğrenme ve anlama güdüsüyle dinleme, çok çalışma, tevazu, sabır, ilişki geliştirme, etkin kalabalıklar oluşturma ve benzeri başlıca motivasyonlarla birbirlerine kırılmaz zincirlerle kenetlenmeleri gerekir.

 

BİRAZ DA ÖZ ELEŞTİRİ

Trend teknolojileri gözü kapalı edinmek yerine odağımızı onu doğru anlamaya ve doğru yorumlamaya kaydırmalıyız.

Stuart Chase’in çok beğendiğim bir ifadesi var: “Teknolojiyi tümüyle yermek, tuzdan arındırılmış deniz suyu ile yeşeren bahçeleri görmezlikten gelmektir. Onu gözü kapalı övmekse Hiroşima’yı unutmak demektir.”

Albert Einstein’a, “Sonunu bilseydim bilim adamı değil, çilingir olurdum” sözünü söyleten neden, sizce bilime olan düşkünlüğü ve teknolojik icatları mı, yoksa kötü amaçlı ellerde dönüştürülmeleri miydi?

Einstein bu sözü atom bombası ve sonuçlarını gördüğünde söylemişti. Peki böyle bir sonuçla karşılaşılacağını öngörseydi yine de insan aklının içerisinde, yaşadığımız evreni anlamak konusunda ulaştığı en büyük başarı olan izafiyet teorisi fizik kuramını 10 yıl hummalı çalışma ve deneyler sonucu 1915 yılında ortaya atmaz mıydı? Evet, kavram kanıtlarında uzayda hiçbir şeyin ışıktan hızlı gidemeyeceğini gösterdi ve aynı zamanda maddenin enerjiye, enerjinin de maddeye dönüşebildiğini kanıtlayarak atom çağını başlattı.

Biraz daha geriye gidelim. Peki bu fizik kuramının ispatında Einstein’ı harekete geçiren fiziğin temel taşları olan Newton mekaniği ve Maxwell denklemlerinin yaratıcıları Newton ve Maxwell bu çalışmalarını yapmazlar mıydı?

Newton’un kendi zihninden Newton’la konuştuğum bir yazımdaki sorumu da şuraya iliştireyim. “Dalına sağlam tutunamadığından mı düştü Newton’un başına,

Yoksa bir şeyi bulmanın sırrı “O”nun yerini bilmek miydi?”

Tam da burada Blockchain’i altında yatan teknoloji olarak biz araştıran meraklılara tanıtan Bitcoin’de de öyle olmadı mı?

Konu ve durum teknolojiye nasıl baktığın nasıl yorumladığına göre değişir. Teknoloji kötü ellerde kötü amaçlar uğruna kullanıldı diye o teknolojiyi yakıp atamaz, sırt çeviremezsin.

“Fırsat mı, tehdit mi?” soru işaretini hâlâ kafasında barındıran değerli dostlarım için şunu söyleyebilirim:

Senin durumu değerlendirip fayda yaratma çabana göre yanıt oluşur. Fırsat olan kaçar tehdit olur. Kararını çabuk ver!

Sağlıcakla ve teknolojiyle kalın…