Echo Bilgi Yönetim Sistemleri A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Nevzat Aslan, Fintechtime Şubat sayısı için yazdı “Eski Dostum Tankla Gelmiş!”

Derdim, mümkünse işte o kelimenin peşine sizi düşürmek; herkesin, kendince peşine düşeceği kelimeyi ona tınlatmak… Yazımı yazıp son noktayı koyacağım birazdan ve siz burada (tıpkı benim dağınık kütüphanem gibi) etrafa dağılmış onlarca not bulacaksınız. Herkes merakını cezbeden notu alsın ve peşine düşsün lütfen olur mu?  Ben işte o zaman buradan mutlu ayrılacağım.

Günün sonunda belki kimsenin aklında kalmayacak, belki de kendimize uyanacağız. Kim bilebilir?

 

“Eski Dostum Tankla Gelmiş!”

  

Huzursuzluğun Meyvesi

Ne kadar çıksam da evden içimde dört duvar!

Bu kez diğer makalelerimden farklı olarak bir selam ile giriş yapmak istedim köşeme. Ve başlıktan da anlayacağınız üzere, biraz da siyasi. Aldım kalemi elime (ne de kafiyeli idi ancak biz gibi kaldı geride) … Aldım klavyeyi, mouse’u elime; sizlerle yine zihnime takılanlarla dertleşmeye geldim. Birazdan yazacaklarım (şu an yazmayı düşündüklerim) her yazımda olduğu gibi ağır alegori ve zihinsel aikido içerir ve unutmayınız ki asla yatırım tavsiyesi değildir, hayat ve yaşam adınasını bilemem!

Bu köşede yazıyor olmanın amacı ve neyi amaçladığım konusunda…  Ben kendimi çoğu zaman bir kelimenin peşine düşüp, durumda -olumlu anlamda- kaybolmuş buluyorum. İnsanın neyi bilmediğini bilmesi, içindeki bilinmeyeni araştırma dürtüsünü uyandırıyor. Bu dürtü onu harekete geçiriyor, geleceğe, bilinmeyene hazırlıyor.

Derdim, mümkünse işte o kelimenin peşine sizi düşürmek; herkesin, kendince peşine düşeceği kelimeyi ona tınlatmak… Yazımı yazıp son noktayı koyacağım birazdan ve siz burada (tıpkı benim dağınık kütüphanem gibi) etrafa dağılmış onlarca not bulacaksınız. Herkes merakını cezbeden notu alsın ve peşine düşsün lütfen olur mu?  Ben işte o zaman buradan mutlu ayrılacağım.

Günün sonunda belki kimsenin aklında kalmayacak, belki de kendimize uyanacağız. Kim bilebilir?

 

 

Dünyayı Aydınlatan ÖZGÜRLÜK!

Bana özgürlüğün resmini çizebilir misin? Hayır! ama belki heykelini dikebilirim.

2 Ağustos 1834’te Fransa’nın Colmar kentinde dünyaya geldi. Babası genç yaşta hayatını kaybedince, annesi tarafından büyütüldü. Annesi, hayatında önemli bir figürdü ve birçok kararında etkili oldu. Ona aşıktı. Eserlerinde bu aşktan izler vardı her zaman. Sanatı, mühendislikle birleştiren, yarattığı eserlerle insanlık tarihine unutulmaz bir iz bırakmış olan: Frédéric Auguste Bartholdi.

Mısır’a hayrandı Bartholdi. Mısır’a duyduğu hayranlık nedeniyle eserlerinde sık sık Mısır kültüründen esinlenmişti. Mesela Bartholdi, Süveyş Kanalı için dev bir heykel tasarladı: “Işığı Taşıyan Kadın”. Heykelin yüz hatlarının, Bartholdi’nin annesi Charlotte Bartholdi’den esinlenildiği söylenir. Heykelin Romalı Özgürlük Tanrıçası Libertas’a benzerliğinin kaynağı da budur derler. Bileniniz vardır.

Bartholdi, Özgürlük Heykeli’ni ilk olarak Mısır hükümetine teklif etti. Heykel, Süveyş Kanalı girişine konulmak üzere tasarlanmıştı az önce belirtmiş olduğum gibi. Ancak Mısır bu projeyi çok pahalı bulduğu için reddetti. Daha sonra Bartholdi, bu fikrini Amerika’ya uyarladı (öyle ya özgürlük dediğimiz ülkenin kendine yakışanı, yetiyorsa parası, uygun maliyetle bir modacıya tasarlatıp giymesiydi, tiptronikti yani özgürlük, bilmezsiniz siz) ve Fransa’nın desteğiyle projeyi hayata geçirdi. Özgürlük Heykeli, 1886 yılında Fransa tarafından Amerika Birleşik Devletleri’ne hediye edildi. Bu hediye, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin 100. yıl dönümünü (1776) kutlamak ve iki ülke arasındaki dostluğu onurlandırmak için tasarlandı. Birkaç dokunuş. Heykelin sağ elindeki meşale, dünyayı aydınlatan özgürlüğü temsil eder. Heykel, sol elinde ise üzerinde Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin tarihi olan 4 Temmuz 1776 yazılı olan tablet kitabe taşır. Heykelin ayaklarının altında bulunan zincirler ise köleliğin kaldırılmasını ve özgürlük kazanımını simgeler.

Heykelin inşası Fransa’da gerçekleştirildi. Tamamen bakır levhalardan yapılan heykelin toplam ağırlığı 225 tondu. İnşası tamamlanan heykel, 350 farklı parçaya ayrıldı ve gemiyle 1885 yılında Amerika’ya taşındı. Isere isimli Fransız gemisi ile Parçalar, Fransa’nın Rouen Limanı’ndan Amerika’nın New York Limanı’na gönderildi. Amerika’daki tabanı ve kaidesi, Amerikalılar tarafından New York’taki Liberty Island’da (Özgürlük Adası) inşa edildi. Kaidenin tasarımı, Amerikalı mimar Richard Morris Hunt tarafından yapıldı. Parçalar birleştirilerek heykelin tamamlanması yaklaşık 4 ay sürdü.

Bu arada önemli bir bilgi daha paylaşmak isterim. (İroni). Özgürlük Heykeli’nin kendisi (bakır ve çelikten yapılmış kısım) tamamen Fransa tarafından finanse edildi. Ancak, heykelin yerleştirileceği kaideyi inşa etme sorumluluğu Amerika’ya aitti. Amerikan hükümeti, kaide inşası için yeterli fonu sağlamadı. Bu nedenle, halktan bağış toplanması gerekti. Ünlü gazete sahibi ve yayıncı Joseph Pulitzer, kaide inşası için düzenlenen bağış kampanyasının en büyük destekçilerindendi. Pulitzer, New York World gazetesinde bir kampanya başlatarak Amerikan halkını bağış yapmaya teşvik etti. Halktan gelen her bağışı ister küçük ister büyük olsun, gazetesinde yayınlayacağını duyurdu. Bu, halkı motive etti. Kampanya sırasında, bağışların büyük bir kısmı “sıradan” vatandaşlardan geldi. Çocuklar kumbaralarındaki paraları bağışladı, işçiler ve göçmenler maaşlarının bir kısmını kampanyaya ayırdı. Bazı bağışlar sadece birkaç sent değerindeydi. Toplamda 120.000’den fazla Amerikalı, bağış kampanyasına katıldı. Bu kampanya, gazetecilik tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Çünkü basının halkı organize etmekte ve büyük projelere destek sağlamakta nasıl etkili olabileceğini göstermiştir. Kaidenin yapımı 1886 yılında tamamlandı ve Özgürlük Heykeli’nin montajı için hazır hale getirildi. Halkın Gücü(?)

Özgürlük Heykeli, 28 Ekim 1886 tarihinde, büyük bir törenle halka açıldı. Heykel, dönemin Amerikan Başkanı Grover Cleveland tarafından açılışı yapılan sembolik bir yapı haline geldi. Heykelin New York Limanı’ndaki konumu, yeni gelen göçmenlerin ilk gördüğü manzara olmasını sağladı.

Heykel, kısa sürede göçmenler için bir “umut sembolü” haline geldi. Özellikle Avrupa’dan Amerika’ya göç edenler için Özgürlük Heykeli, “yeni bir hayatın” ve “özgürlüğün” başlangıcını temsil etti.

Heykelin orijinal rengi parlak bakır rengindeydi. Ancak zamanla bakır oksitlenerek! bugünkü yeşil rengine dönüştü.

Peki sizce Özgürlük, parası olana ait bir lüks müdür, yoksa paradan bağımsız bir hak mı? Birine pahalı gelen diğerine hediye ise yine de özgürlük baki midir? Baktığında gördüğün müdür? Görmesen de içinde yaşattığın mı? Solar mı ki mesela özgürlüğün rengi, dönüşür mü dolar yeşiline, bir rengi var mıdır? Yoksa tüm bu olanlar oldurulanlar koskocaman bir illüzyon mudur? Kafamda deli sorular…

Özgürlük, seçenekler arasında tercih yapabilmektir sanki. Ne dersiniz?  Seçimi belirleyen ölçüt bedense, bedene, duygularsa duygulara, rasyonaliteyse, rasyonaliteye köle görünürüz. Ölçüt neyse yani, özgürlüğümüzü daraltan odur, ölçüt yoksa seçim yapmak anlamsızlaştığından özgürlük yine yok gibidir.

Buradan bakarsanız benim penceremden dışarı, bu oyunda kimse özgür değildir, herkes akıldışı bir performansla aynı anda hem köle hem de efendidir.

Malum zaten çoğu kimse de özgür olmak istemez; çünkü özgürlük sorumluluk gerektirir!

 

Son Kötülük “UMUT” 

MÖ 8. yüzyılda bugünkü Aliağa yakınlarında yaşamış olan Hesiodos, Yunan antik çağının Homeros’tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilebilir. “Günler ve İşler” adlı eserinde kaleme aldığı Pandora Miti, Âdem ile Havva efsanesinin Yunan Mitosunda yer alan şeklidir.

Yaklaşık altı bin yıl önce anaerkil eşitlikçi düzenden ataerkil sınıfsal düzene geçişle birlikte kutsal kabul edilen “ana tanrıça” kültü yerini günahın sorumlusu kadın imajına bırakmıştır.

Pandora insanların başına bela olarak yaratılan kadındır. Ama bir titan yani yarı tanrı olan Prometheus zeki ve güçlüdür, akıldan yana üstündür. Ateşi çalıp bir nartex sopası içine saklayarak insanlara getirir. Zeus aldatılmış ve insanların gözünde küçük düşürülmüştür. Prometheus tanrıların kurduğu düzene karşı gelmiş, insana uygarlığı ve aydınlığın gücünü vermiştir. Ateşin bulunuşu uygarlığın başlangıcı olarak kabul edilir. Ateş bilgidir; karanlığı yok eden ışıktır.

Zeus’un verdiği ceza çok ağır olur, Prometheus’u Kafkas Dağı’nın tepesinde zincire vurdurur ve tanrılarca görevlendirilen bir kartal her gece yeniden oluşan karaciğerinden bir parça koparır. Koparılan parça kendini yeniler ve ertesi gün bir parça daha… Düzene, muktedire karşı çıkana verilen sonu gelmez ceza! Tanrılarla Prometheus’un kavgası aslında bir kölelik-özgürlük kavgasıdır. Hatta bir umut savaşı olarak okunabilir belki de.

Pandora her kadın gibi meraklıdır. Zeus’un kendisine evlilik hediyesi olarak verdiği ve açmamasını tembihlediği kutuyu açar. Kutunun içinde yer alan pişmanlık, öfke, kibir, keder, ızdırap, yalan, riya ve hastalıklar dünyaya yayılır. Pandora son anda kutuyu kapatır; umut içeride kalır.

Nedir geriye kalan umut? Tanrılar tanrısı Zeus insanlardan öç almak için kutuya kötülükleri koyduğuna göre, aynı kutuda yer alan umut, iyi midir yoksa kötü mü?

Umut felsefesi teist, idealist ya da materyalist pek çok düşünür tarafından ele alınmış, birçok filozof kavrama kendi bakış açılarıyla farklı anlamlar yüklemiştir. Ancak Nietzche ve Ernst Bloch’un umut kavramına bakışlarının -her ne kadar birbirinden farklı olsa da- konu üzerinde düşünmeyi ve sorgulamayı en çok tetikleyenler olduğu aşikardır.

Marks bütün filozofların dünyayı açıkladığını, ancak önemli olanın dünyayı değiştirmek olduğunu vurgulamıştı. Bloch ise umut ilkesi ile bunu amaçlar.  Bloch’un bahsettiği umut, kör bir inanç değil, özneyi harekete geçiren, onun enerjisini ateşleyen bir kıvılcımdır. Bloch’un felsefesinde, umut, “henüz gerçekleşmemiş olanın mümkünlüğü” üzerine kuruludur. İnsanlık, gelecekte daha iyi bir dünyayı yaratma potansiyeline sahiptir ve bu potansiyel, henüz gerçekleşmemiş olanı hayal etme ve ona ulaşma çabasıyla ortaya çıkar. Umut, bireyleri ve toplumu, dünyayı daha adil, eşit ve özgür bir yer haline getirmek için motive eder. Umut, yalnızca bir bekleyiş değil, aktif bir şekilde geleceği şekillendirme çabasıdır!

Nietzche’nin yaklaşımı bana göre hayli değerlidir. Ona göre ise umut en büyük kötülüklerin başında gelir. “Zeus öteki kötülüklerden de fazlasıyla eziyet çeken insanın yaşamı kestirip atmamasını, hep yeni eziyetler çekmeye devam etmesini istemişti. Bunun için insanlara umudu verdi. Aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır.” Der.

 

El-Kıyametül-Zekâ

Dedik ya, namı diğer ‘Özgürlük Heykeli’, Amerika’ya göç edenler için bir umut sembolü haline geldi!” başlıkları atılmıştı Amerika’da gazetelerde. Vaat edilen şey, Alman filozof ve Marksist düşünür Ernst Bloch’un felsefesindeki değildi elbet.

Özetle şunu söylemek istiyorum. Gerçekleşmesi mümkün olan bazı hayaller için umudun erotik bir yanı vardır aslında. Buna karşın gerçekleşmesi mümkün görünmeyen, insanları boş bir beklenti içine sokan “umut et, umudunu kaybetme” şeklindeki sürekli ve belli bir ritimde yapılan telkinler nihayetinde bir pornografiye varır. Acı verir, Çin işkencesi…

Pornografi ve erotizm arasında net olan çizgiler vardır. Birinde duygu varken diğerinde yaşanan tekrardan dolayı duygu yoksunluğu vardır. Biri romantiktir diğeri değildir. Birinde sevgi vardır diğerinde yoktur, biri duyusaldır diğeri tamamen mekaniktir.

Umut, gelecekte iyi şeylerin olacağına inanmak, yeterince beklersek yaşamın kendiliğinden iyi şeyler getireceğini düşünmek midir?  Etkin bir eylem midir yoksa edilgen bir bekleyiş mi? Bir duygu mudur, bir düşünce mi?

Umut sadece bir kabulleniş, eylemsizlik ise; “Umutla bekle, sorgulama, değiştirmeye çalışma!” diyerek özgür düşünen bireyin bastırılmasının aracı haline gelirse kutudaki kötülük olarak ele alınabilir mi? Bu durumda, eleştirel aklın, kul değil insan olmanın, tebaa değil birey olmanın engeli kabul edilebilir mi peki?

 

Mavera

Özgürlük” ve “Umutların” Prometheus’un insanlığa armağanı olan o aynı ateşle yakılması, küle dönmesi midir bize kalan?

Yoksa bu ateşin küllerinden yeniden doğması mı?

Hür irademizle belirlediğimiz hedefler adına yürüyeceğimiz yolu aydınlatması, yeni buluşlara ve icatlara kapı açması mı?

 

Karar sizin!

 

Sağlıcakla, felsefe ve teknolojiyle kalın…