Ekonomist & Araştırmacı Barış Yalın Uzunlu, Fintechtime Ağustos sayısı için yazdı “Yapay Zekanın Kötü Çocuğu: Hubert L. Dreyfus”.

70 yıldan fazla bir süredir yapay zekâ alanında çalışmalar yapılıyor. Hala ikinci seviyeye geçebilmiş değiliz. Dreyfus’a göre sezgi asla programlanamayacak, dolayısıyla uzman seviyesinde bir yapay zekâ geliştirebilmemiz mümkün değil. Bu makalemde “Yapay zekâda karşıt görüş zekânın büyük ölçüde sezgisel olduğu ve semboller ile matematiksel olarak tanımlanamayacağını savunan” Hubert L. Dreyfus ile sizleri tanıştırıyorum.”

 

Yapay Zekanın Kötü Çocuğu: Hubert L. Dreyfus

“Günümüzde teknoloji dünyasının en büyük gündemi nedir?” diye soracak olsam, herhalde herkes ağız birliği etmişçesine aynı cevabı verecektir: Yapay zekâ. Peki, “Yapay zekâ çalışmaları temelde hangi varsayım üzerinden ilerliyor?” diye sorsam, yine büyük çoğunluğun cevabının şu minvalde olacağını düşünüyorum: Zekâ, mantıksal bir düzen içerisinde semboller ile tanımlanabilir.

Peki ya bu varsayım doğru değilse? Ya zekâ büyük ölçüde sezgiselse? O zaman bunca yıldır yapılan çalışmalar, sarf edilen çabalar, harcanan paralar boşa gitmiş mi olacak? Belki, ama genel kanı hala zekânın matematiksel olarak ifade edilebileceği yönünde, keza tüm çalışmalar da bu minvalde ilerliyor.

Fakat herkes aynı fikirde olmak zorunda değil, zaten aynı fikirde de değil. Ve her alanda olduğu gibi, çoğunluğun savunduğu görüşe karşı çıkanlar da savlarını bilimsel olarak ispatlayana kadar dışlanmaya, hor görülmeye mahkûm. Yapay zekâda karşıt görüş zekânın büyük ölçüde sezgisel olduğu ve semboller ile matematiksel olarak tanımlanamayacak olduğudur. İşte bu yazı da bu görüşün en büyük savunucusu olan Hubert L. Dreyfus hakkında.

Çok kısaca özgeçmişinden bahsedelim: Hubert Dreyfus 15 Ekim 1929 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde dünyaya geldi. 1951 yılında Harvard Üniversitesi’ni yüksek onur derecesi ile bitirdi. Tezi çok ilginç: Causality and Quantum Theory. Yüksek lisans ve doktorasını da yine aynı üniversiteden aldı. 1953-54 yılları arasında ise misafir öğrenci olarak Freiburg Üniversitesi’nde okudu (Bir Freiburg mezunu olarak ne kadar gururlansam az). Alchemy and AI (1965), What Computers Can’t Do (1972), Mind over Machine (1986) gibi her biri efsane olmuş kitaplar yazdı. Yapay zekâ felsefesi denince akla ilk gelen isimlerden biri oldu.

Dreyfus yapay zekâ dünyasında hiçbir zaman sevilen bir figür olmadı. Zaten sıra dışı olan fikirlerini bir de oldukça sert ve alaycı bir üslupla dile getirince (ki yapay zekâ çalışmalarını simyaya benzetmiştir) en büyük eleştiriyi kendi meslektaşlarından aldı. Öyle ki, Herbert Simon, bilim yazarı Pamela McCorduck’ın yapay zekâ tarihi olarak nitelendirilebilecek Machines Who Think adlı kitabında Dreyfus’un argümanlarını “çöp” olarak nitelendirerek reddetti. Birlikte çalıştığı insanlar kariyerlerini kötü etkileyebileceği korkusuyla kendisiyle öğle yemeği yemeye bile çekiniyordu. İlginç bir olay aktarayım: Hubert Dreyfus, meşhur “What Computers Cant Do” kitabında satranç programlarının hala çok zayıf olduğunu, 1965 yılında hala amatör bir satranç oyuncusunu yenebilecek bir program olmadığından bahsetmiştir. İki sene sonra efsanevi MIT bilgisayar programcılarından ve hackerlarından biri olan Richard Greenblatt, Mac Hack isimli bir program yazdı ve Dreyfus ile program arasında bir satranç maçı ayarlandı. Sonuç: Dreyfus maçı kaybetti (Fena da oynamamış aslında). Aynı yıl, nazire yapar gibi Mac Hack VI, Amerika Birleşik Devletler Satranç Federasyonunun onursal üyesi yapıldı.

Hubert Dreyfus’un bize anlatmak istediklerini tam olarak özümseyebilmek için yapay zekâ araştırmalarının temel aldığı dört temel varsayımı özümsemekte fayda var. Bunları kısaca açıklayalım:

  • Biyolojik Varsayım

İnsan beyni tıpkı bilgisayarlarda olduğu gibi açma/kapama özellikleri olan karmaşık bir sinir ağıdır. Beyin bilgisayar donanımına, zihin ise bilgisayar yazılımına benzer.

  • Psikolojik Varsayım

Zihin, bilgi parçacıklarının biçimsel kurallara göre işlendiği bir sistemdir. Ayrık temsiller ya da semboller üzerinde ayrık hesaplamalar (algoritmik kurallar şeklinde) yaparak çalışır.

  • Epistemolojik Varsayım

Bilgi, bilgisayarlarda işlenmek üzere Boole cebiri kullanılarak formülize edilebilir. Tüm faaliyetler (canlı ya da cansız nesneler tarafından) öngörücü kurallar ya da yasalar şeklinde (matematiksel olarak) biçimlendirilebilir.

 

  • Ontolojik Varsayım

Dünya, kendine yeten sembollerin temsil edebileceği kendine yeten gerçeklerden oluşur. Bilgi her zaman ayrık, deterministik, açık ve birbirinden bağımsızdır.

Dreyfus yapay zekâ çalışmalarına en çok epistemolojik varsayım üzerinden saldırmıştır. Bu varsayımı detaylandıralım:

Epistemoloji “bilgi bilimi” demektir. Bilginin dijital dünyadaki karşılığı ise veridir ve “bitlerle” ifade edilir. Şu anda bilgisayarımın klavyesinde bastığım her harf bilgisayarımın sabit sürücüsünde depolanan bir “bayt” boyutunda bir bilgi parçacığıdır. Epistemolojik varsayım bütün bilgilerin formalize edilebileceğini, yani biçimlendirilebileceğini varsayar. Yani, sayı ve sembollerle ifade edilebileceklerini. Fakat 1958 yılında Michael Polanyi “Personal Knowledge: Towards a Post-Critical Philosophy” isimli kitabında Örtük Bilgi – Tacit Knowledge kavramını tanıtarak bilgimizin çok büyük bir çoğunluğunun örtük olduğunu iddia etmiştir. Örtük bilgi, özel hayatımızda ve profesyonel yaşantımızda deneyimlerimize dayanarak edindiğimiz bilgi demektir. İşte Dreyfus da hayatımızda edindiğimiz bilginin büyük bir çoğunluğunun örtük olduğunu, yani formüle edilemeyeceğini savunur.

Örnek olarak da bisiklet kullanmayı verir: Hepimiz küçükken bisiklete binmişizdir. Bisikletin sola doğru devrilmesini önlemek için, gidonu sola kırarız. Sağa devrilmesini önlemek için de sağa. Sele üzerinde dengede durmak, gidonun bu şekilde kontrol edilmesinin bir sonucudur. Çoğumuz (ve hiçbir çocuk) dengesizlik durumlarında gidonu çevirme açısının bisikletin hızıyla ters orantılı olduğunu bilmeyiz. Fakat bunu bilmemek bizi kötü bir bisiklet sürücüsü yapmayacağı gibi, bilmek de iyi sürücü yapmaz. Bir örnek daha: Hepimiz yürüme konusunda ustayız. Fakat hangimiz yürürken hangi bacak kaslarının çalıştığını, bacaklarımızı hangi açıyla hareket ettirmemiz gerektiğini vs. biliyoruz? Ve bunları bilmek daha iyi yürümemizi mi sağlar?

Polanyi’nin de deyimiyle: Anlatabildiğimizden çok daha fazlasını biliyoruz.

Üstüne üstlük, Dreyfus’a göre insanlar bir işte yetkinlik seviyeleri arttıkça kurallara daha az bağlı kalmaya eğilimlidir. 1980 yılında kardeşi Stuart ile ortaklaşa yazdığı “A Five-Stage Model of the Mental Activities Involved in Directed Skill Acquisition” başlıklı makalede acemilikten uzmanlığa uzanan yolda beş farklı aşama tarif etmiş ve bu aşamalarda sezgilerin karar verme süreçleri içerisindeki rolünü incelemiştir. Anlam bütünlüğü adına terimleri orijinal dilinde belirttim:

  • Novice: Gelişimin ilk aşaması. Başlangıç noktası. Bu aşamada kişi talimatlara ihtiyaç duyar ve davranışları önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde şekillenir. Kişi gelişmek için izlenmeye ve dışarıdan müdahaleye muhtaçtır.
  • Beginner: İkinci seviye. Biraz daha deneyim kazanmış acemi olarak düşünebiliriz. Kişi bazı nüansları anlar ve parçalar kafasında şekillenmeye başlar.
  • Competent Professional: Üçüncü seviye. Kişi eskisi kadar olmasa da hala kural ve yönergelere ihtiyaç duyar.
  • Proficient Professional: Dördüncü seviye. Analitik düşüncenin yerini doğal tepki almaya başlar. Kişinin eylemleri sezgisel ve doğaldır, çoğu durum kolayca fark edilir ve yeni durumlara çabuk uyum sağlanır. Bu seviyeye ulaşan uçak pilotları, uçağı uçurmaktan ziyade kendilerini uçarken düşünürler.
  • Expert: Son seviye. Kişinin artık kurallara ihtiyacı yoktur. Tamamen deneyime ve sezgilere göre anlık kararlar verilir.

70 yıldan fazla bir süredir yapay zekâ alanında çalışmalar yapılıyor. Hala ikinci seviyeye geçebilmiş değiliz. Dreyfus’a göre sezgi asla programlanamayacak, dolayısıyla uzman seviyesinde bir yapay zekâ geliştirebilmemiz mümkün değil. En azından, bu bakış açısı ile mümkün değil. Her ne kadar sevilmese de, zaman Dreyfus’u haklı çıkarıyor.